Konulardan konu beğenememek ve bir "yokoluş" meselesi

Türkiye'deki konu kısırlığını anlamak için başka ülkelerin gazetelerine bakmanız yeterli. Bulgaristan'ın, Yunanistan'ın, Çekya'nın, hatta Sırbistan'ın basınındaki konu zenginliği bile daha büyük. Türkiye'de dergi okurunun da gerçekten de çok küçük bir kesim olduğu düşünülecek olursa, bu ülkede İslamcılık gibi bir geriliğin nasıl bu kadar tutabildiğini anlamaya başlıyorsunuz, çünkü tek konu, İktidar ve onun dipsiz abuklukları. Bazen bunlara sürekli reaksiyon göstermek zorunluluğunun bile bu ülkenin basiretlerini bağlayan önemli faktörlerden sayılması gerektiğini yüksek sesle söylemek gerekiyor.
Çok önemli bir çağda yaşıyoruz...
Bunun öneminden bahsediyoruz ama herkes anlamak istediği kadarını anlıyor. Dünyayı siyasetten ibaret sayan kasaba tipi politika eşrafı ve onların "yazar" sayılan laf cambazı türününe itiraz edenler var elbette -hiç de az değiller. Bunlar arasında, adam gibi hakaniyetli bir politika ve demokrasi için ömrünü yiyenler çok. Sonuçta demokrasi kurulacak, herkes muradına erecek... Öyle mi? Yoksa çok daha başka şeyler mi konuşulmalı? Bazılarına göre -ki bunların arasında ben de bulunuyorum- kültürün, sanatın, hatta bazı yeni teknik gelişmelerin, doğaya daha uyumlu bir yaşamın öneminden sözedenler var. Türkiye'de bir çeşit lüks sayılan bu düşünce tipi, "halkımız ezilirken biz nasıl caz dinleriz" gibi bir tür Sol "zühdî cinsi" tarafından da daima küçümsenmiştir, çünkü Osmanlıcı avanakların "Dünya Devleti" olmak isteyip bunun sadece babalanmakla yapabileceklerini sanıp alemin palyaçosu haline gelmeleri konusuyla, kuru demagoji ve kuru Leninist terminoloji kullanarak halkları kazanacağını düşünenlerin "halk için sanat"ı akrabadır. Tabii, politikayı kutsayan anlayışların akrabalığı konusundan çok daha önemli bir durumdan bahsediyoruz, kültürden falan da öte bir mesele söz konusu: İnsanlığın Yeryüzündeki varlığı...
Kapitalist sistemin çökme alametleri göstermesi ve Dünyanın zıvanadan çıkması, kapımızın önündeki savaşa girmek-girmemek, bütün bunlar kısa vadeli konular ve elbette Türkiye'yi öyle veya böyle önemli ölçüde değiştirecek olaylar, ama şu malum kalıplardan tamamen sıyrılıp olaya biraz -sadece- 'İnsan Olmak' açısından bakalım. Bakmak zorundayız...
Kapitalizme son onbeş yıldır karşı olmamın asıl nedeni, daha önceki hayatımda Solcu olmam değil sadece. Arada bir otomatik ilişki yok. Daha öncesi klasik bir Sol ilişkisiydi, şimdi kapitalizme karşı olmamın nedeni, -insanların kurduğu- bu "maddeci/maddiyatçı" sistemin insanlığın Yeryüzündeki varlığını tehdit etmesi. Bu nedenle kapitalizme karşı olmak için ille de Solcu olmak gerekmiyor, yeterince duyarlı ve gelecek konusunda samimiyseniz, kapitalizme karşı oluyorsunuz zaten, bu insanın kendine ve dünyaya karşı dürüstlüğüyle ilgili bir durum.
İnsanlığın varlığının tehdit altında olması ne demek? "Tıpkı dinazorlar gibi yokolabilir" demek. Bazıları, "bizden sonra tufan" da diyebilir tabii -cık, öyle değil.
Şu anda büyük bir yokoluşun tam ortasında yaşanıyor ve bu ülkede insanlar "Tayyip'e bakmak"tan, sanat-kültür-doğa bir yana, insanlığın nasıl yokoluşun eşiğinde yaşadığını görmüyor, üstelik bunu konu edinen kimse de yok, oldumu da "lüks" sayılıyor. Konudan az buçuk haberdar olanlar da "Saldım çayıra Mevlam kayıra" anlayışına sahip, ama Mevlam dinazorları kayırmamıştı insanları neden kayırsın ki, onlarla akraba falan mı? Bu konularda amca-dayı ilişkilerinin sökmediğini, onca duanın da havada kalacağını ve "Tanrı'dan yardım" gelmeyeceğini herkes bilmek zorunda. Mucizeler olabilir elbette, ama o mucizeler şimdilik "negatif" mucizeler şeklinde, insanların aleyhine işliyor...
Bu yazının ana fikrini peşinen yazmak gerekirse, şöyle bir cümle kurabiliriz: Birbirinizi yemekten derhal vazgeçin ve basit, tüketici olmayan bir yaşam tarzı benimseyip bağımsız enerji kaynaklarına yönelin ve "herşeye" hazırlanın. Bunun için ille de "iktidara gelmek" şartını arayanların nasıl büyük bir yanılgı içinde debelendiklerini söylemeye gerek yok. Müzmin muhalefetin hali-vakti yerinde. En "zengin" Türkler de iktidar taraftarı değil, muhalifler...
Mucizeler şimdilik nasıl oluyor da insanlığın aleyhine işliyor?
Bir örnek verelim:
En son ne zaman gece kurbağa vraklamasından uyuyamadınız?
Eskiden kurbağa sesi diye bir olgu vardı. Evet şehirler daha iptidaiydi, ama şimdi dağda kırda bayırda da, bataklıklarda da vraklama duyulmuyor. Bu elbette kimsenin umurunda değil, hatta uykusu tatlı olanlar için iyi bir şey bile sayılabilir. Ama yeryüzünde tam da bu günlerde Amfibilerin (yani tüm kurbağa ve akrabası hayvan türlerinin) hızla soyunun tükendiğini biliyor muydunuz? Konu 1980'li yılların başında farkedilmiş. Tropikal bölgelerde yaşayan kurbağa türleri kitle halinde ölmeye başlamış. Kurbağaların soyunun tükenmesi tehlikesi, soyu tükenmekte olan birçok başka hayvana kıyasla 45.000 kat daha fazla. "E ne var bunda?" Diyecek olursak, şu var: Amfibiler yeryüzünde yaklaşık 300 milyon yıldır yaşıyorlar, yani dinazorların ortaya çıkmasından çok daha önceki zamanlardan beri. Buraya Arıların kovanlarından çıkıp nasıl kaybolduklarından, Einstein'ın "Arıların ölümünden sonra sıra insanlara gelecek" sözünden ve soyu son 30 yıldır tükenmekten olan sayısız hayvandan bahsetmeyeceğim. Yeryüzündeki hayatın 500 milyon yıllık tarihinde, bugünkü gibi -tek insan neslin yaşam süresi içinde- bu kadar kısacık bir zaman diliminde bu şekilde geniş bir soy tükenmesi örneği sadece 5 kere yaşanmış. Ve altıncısının nedeni insanın kurduğu kapitalist düzen.
Yapılan araştırmalara göre kurbağaları bir görünmez mantar cinsi öldürüyor. Mantarın varlığı tesbit edildikten sonra, bir yerden ortaya çıkmayıp dünyanın dört bir yanında her yere yayıldığı anlaşılmış. Bu mantarın, "Kurbağa bacağı" yemeği ile alakasını anladıklarında, inip kalkan sayısız kargo uçağının Dünyanın her yerine bu mantarı nasıl yaydığını da anlamışlar ama iş işten geçmiş. Mantarı çamaşır suyuyla silince ölüyor, yani kurbağalara eski yaşam ortamlarını verebilmek için Amazon ormanlarından başlayarak tüm Dünyanın çamaşır suyuyla silip temizlenmesi gerekiyor! "İyi" ihale konusu! bu "iş" için de olsa olsa odunist İslamcı "işadamları" ihaleye girer her halde...
Sıra insana ne zaman gelir? Umulandan daha çabuk...
Durum bu kadar vahim...
Sorun kapitalizm falan olmaktan da çıkmış durumda. Artık sorun, bizzat insanlığın kurduğu, doğaya uyumsuz "uygarlık" türleri -hepsi...
Herşeyin bir elli yıl daha böyle süreceğini sanmıyorum. Çocuklarınıza şimdiden iyi bakın. Onların çok büyük bir çoğunluğu, 60 yaşını asla göremeyebilir...

Fotoraf: Marion Beckhäuser

Dürüstlüğün "gülünçlüğü" ve iki 'Gerçek' arasında mental Dünya Savaşı

Televizyon seyretmiyorum, ama ara sıra televizyona yakalandığım oluyor. Bu gün orta boy bir markette yakalandım. İstanbul'un lüks semtlerinden birindeydim, dükkanda benden başka sadece bakkalın kendisi ve yakını/tanıdığı olduğunu sandığım biri daha vardı ve ekranda Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı'nı kastederek, "Tarafsızlığı üzerine namusu ve şerefi üzerine yemin etti" dedi, "Namus ve şeref senin için ne anlama geliyor?" diye sordu. Çok ağır sözlerdi. Cümlesini tamamlayıp, sözlerinin anlamını pekiştirmek için bir an durunca, bakkal gülmeye başladı. Kılıçdaroğlu'na gülüyordu...
Hani "Onca yolsuzluk soruşturmasına rağmen (bir kısım) halk İslamcıları neden seçiyor?" diye beylik bir soru var ya... İşte o soru aklıma geldi benim de. Adamla aramda selam-sabah olduğundan, "ortalık da çok karışık" gibi saçma bir laf yumurtladım ama benim cümlem, iletişimin ve ortak dilin olmadığı yerde karşındakine kibarlık adına söylenen "Veri gut" gibi bir dolgu malzemesiydi sadece. Bakkal benim lafıma usulen kafa sallamakla yetindi...
Bu diyalogsuzluk ve CHP'nin -sadece İslamcının gözünde düştüğü- "komik" durum, aslında iki farklı dilin konuşulmasından ve CHP'nin bunun pek farkında olmamasından kaynaklanıyor. Bu durumun ardında yatan asıl sorunun niteliğine en çok yaklaşan politikacı Sergey Lavrov oldu bence. Rus Dışişleri Bakanı, "Türkiye yönetiminin gerçek Dünyayla bağlantısı koptu" derken, sadece Ortadoğu ve Dünya siyasetinin gerçeklerinden kopuştan bahsetmiyordu, "gerçeklerden" bahsediyordu. Ne dediğini bildiğini sanıyorum, çünkü sözleri, çağımızdaki asıl sorunun kökenini, neden savaşıldığını bir tek cümlede özetliyor. Konuyu çok daha uzun bir cümleyle açayım:
"Gerçeği kendi yasalarına göre değil de, "Din Alimleri"nin/ruhbanın Kur'an'dan yaptıkları alıntıları eğip bükülerek kurguladığı sözel haliyle ele alıp, kendi iktidar gücü/imtiyazına hizmet eden kullanışlı bir hale getirmek edimi ve kendi dışında hiç bir kudsiyet tanımayan benmerkezci, sözel aklının zıvanadan çıkmış aşırı biçimi" ve onun Gerçeğe karşı savaşı.
Mental bir savaş...
Benmerkezci laf bazlı dandik gerçek, sahici Gerçek'e meydan okuyabiliyor, çünkü sahici Gerçeğin de bazı sorunları var ve o da değişip/dönüşüyor...
Bu blogda yıllar önce, İnsanoğlunun "sözel aklı" ile "görsel aklı" arasındaki dengenin nasıl bozulduğunu yazmıştım. İslamcılık, sözel aklın ağır bastığı bu bozulmanın tarihteki en uç biçimini oluşturuyor. Herkesin birşeyler yazdığı ve SMS'den Twitter'a, oradan Facebook'a uzanan yeni yazı çılgınlığı devrinde ortaya çıkan, "şeytanlığın en hasını bile kutsal kitaba uydurarak 'yorumlamayı' kendine hak saymak" anlayışı, Moğolların bile yapmadığı türden vahşet örneklerine kudsiyet yakıştıran bir kopuşla sonlandı. "Sonlandı" diyorum, çünkü bundan öte köy yok. İnsanlık, "sözel akıl"la hesaplaşmak zorunda kaldı, şimdilik savaşıp onu imha etmeye kararlı da görünüyor, ama gerçeklik yitimi nasıl birşeydir ve nasıl ortaya çıkıp bu noktaya nasıl gelmiştir gibi soruların ardında kadayıflı Erbakan tipi dandik ideoloji karikatürleri yok sadece. Yeni ve bozuk bir şey var ve ne olduğu henüz iyi anlaşılmadığından, herkes şaşırıp duruyor.
Gerçekler sadece insanların sözleriyle ve Kabataş yalanı gibi 40 kişinin o yalanı tasdik etmesiyle mi oluşur, yoksa başka bileşenleri de var mıdır? (Blogda bu konuda, yani "Yalan prensibi" hakkında da yazılar var). Ama bir İslamcının gözünde, şan/şeref/vicdan gibi -gerçeğin oluşmasıyla ilgili- değerler, sadece birer "sözcük"tür. Onları kullanmanın tek kıstası, "Allah'ın Hükümranlığı"na "hizmet" edip etmediği (yani O'nun düzeninini kuracağını "söyleyen" kişinin siyasi iktidarına hizmet edip etmediği) kıstasından ibarettir. Bunun anlamı; akla gelen tüm değerlerin hiç bir vicdani sorgudan sualden geçirilmeden sözel malzeme olarak kullanılabilirliğidir. IŞİD'de son formatını bulmuş "absürd sözel aklın gücü", değerleri vicdani bir kontrole tabi tutmamasından ve kendini diğerleri gibi belli değerlerle sınırlandırmamasından gelmektedir. Kılıçdaroğlu'nun -her insan gibi kendini bağlı hissettiği- değerlere atıf yaparak, o değerlere uyulmasını istemesi, artık "Müslüman bakkallar"ı bile güldürebiliyorsa, bozuk sözel aklın tahribatı, umulandan daha büyük demektir. Çünkü, her değeri, "değerlere haala inanmaya devam edenlere karşı -siyasi güç için- kullanılabilecek laf malzemesi" seviyesinde gören insanlara karşı, değerlerden bahsetmek, onlar için sadece gülünçtür. Kendi maddi/reel/siyasi gücünden ve para/pul/mal/mülk/makamdan başka kutsalı olmayanların anlayacağı tek şey, kudsadığı maddi değerlerine yönelen -rasyonel/reel- tehdittir. Kudsiyeti bir kitabın içine hapsedip, onu da kendi monopolüne alarak, yaptıklarına haklılık kazandırmak için kullanan ve "değer"den sadece maddiyatçılığı/maddeciliği anlayanları, onların dilindeki kudsiyet söylemine bakarak, sahici değerlere vurgu yoluyla zorlayamazsınız. Tarihin bu en maddiyatçı/maddeci kesimini, taptığı maddiyatını ve reel siyasi gücünü ortadan kaldırarak yenebilirsiniz. Kısacası, CHP'nin lafla ulaşabileceği sonuçlar artık son derece kısıtlıdır ve laf alanında İslamcılarla boy ölçüşemez. İslamcıları ancak, İnsanoğlunun ahlakını da belirleyen kanunlara/kurallara uymaya zorlayıp uymayanı reel/maddi cezalandırarak yenebilirsiniz. Onu utandıramazsınız. Bu anlamda, İslamcıların hakimiyetindeki alanda -tartışma/ikna kültürüne dayanan- demokrasi yaşayamaz. Yani İslamcılıkla herhangi bir uzlaşma, birlikte yaşama söz konusu olamaz. İslamcının temsil ettiği "absürd sözel akıl", sosyalizmi bile ancak Kur'an'a uyduğu takdirde kabul edebilen bir tarza sahiptir ve bu anlamda, İnsanlığın aşmakta olduğu mental bir bozukluktur. İslamcılığın aşılmak zorunluluğu da şuradan gelmektedir: Gerçek değildir -yya da oldukça düşük kalitedeki bir gerçeği temsil etmektedir...
(Buradan, "Gerçek nedir" diye bir tartışmanın doğabileceğini biliyorum, doğacaktır da! Ama İslamcılık, bir bozukluğun ifadesi olarak bu tartışmanın dışındadır.)
Lafları kendi zevkinize göre eğip bükerek başkalarına -sadece bir yere kadar- kabul ettirebilirsiniz, ama gerçek "laf" değildir. Bu zihniyet, Dünyayı her türlü kudsiyetten "arındırıp", kudsiyeti sadece "bir tek kutsal kitabın sözleri"ne indirgeme mantığıdır. IŞİD (ve takım elbiseli IŞİD kafası), sözkonusu mental bozulmanın son uç biçimidir ve kapitalizmin en vahşi ve karanlık türünü kendine ekonomik düzen seçmesi de tesadüf değildir. Yakın gelecekte para sisteminden tutun da kapitalizmin köklü revizyonuna kadar gidecek yepyeni gelişmelerin başlangıcında böyle bir mental savaşın yaşaması da tesadüf olamaz. İnsanlığın ruhunu ele geçirmek için yürütülen Dünya Savaşı nasıl bitecek? Ahlakı, vicdanı, doğruluğu, insaniyeti ve diğer evrensel değerleri bir zayıflık sayıp onlara gülen "Gerçek" mi kazanacak?!
Hayır...
Laf/yalan bazlı (etik olmayan teolojik) alıntı "Gerçeği" kaybedecek; (beynin iki yanının dengesini esas alan) sanatsal/estetik (dini değerleri dışlamayan 'neoseküler-etik') estetik/rasyonel "Gerçek" kazanacak...
Kudsiyeti ve Tanrı'yı hayattan kovup bir tek kitaba hapsederek kullanmak tekelini de kendi cebinde sayanlar yenilecek...
Kudsiyeti, sanatı, kültürü, hayatın içine yeniden getirerek neoseküler etiği temel/esas alan ruh sahibi İnsanlık kazanacak...