Aykırı düşünmek (4) ve 'Cesaret' hakkında

Bundan tam dokuz yıl önce Radikal 'de yayınlanan ilk yazımda, adına "Ekonomistler" denen milletin "son kullanma tarihinin dolduğu"nu yazmıştım, şimdi bu milleti ve adını "Medyada görünen uzmanlar" diye genişletmenin daha doğru olacağını düşünüyorum. Amerikalı psikolog Philip Tetlock,yirmi yıl boyunca, televizyondaki uzman gazeteci, profesör, ekonomist, analizci-yorumcu'yu incelemiş ve "Uzmanlar"ın gelecek hakkındaki tahminlerinin ne kadarının çıktığı konusunda detaylı bir araştırma sonunda şu sonuca varmış:"Eğer zar atsalardı, daha isabetli olurlardı".(Bu onun sözleri) Şimdi bir adım daha ileriye gidip, şunu da söyleyebiliriz: "Tahminleri maymunlar yapsaydı, daha isabetli olurlardı." (Bu da Jürgen Schaefer'in sözleri)
Şu anda dünyayı sallamaya devam eden sistem krizi -bir ekonomik kriz olarak- başlamadan önce dünyadaki bilmemkaç milyon ekonomist arasında sadece Nouriel Roubini 2006'da "Amerikanın emlak balonu patlayabilir" dediğinde, adamın adını "Dr. Doom" (Felaket tellalı) koymuşlardı. Balon bir yıl sonra patladı.
Tetlock, yaptığı araştırmada, "Uzmanlar"ın bilgisinin, doğru tahminler yapmaları bir yana, doğru tahminler yapmalarının önünde engel olduğunu, sağduyulu cahillerin çok daha isabetli tahminler yapaildiklerini görmüş. Tam da bu noktadan konumuza bir giriş yapıyoruz ve kendini matah sanıp malum trivial bilgiden başka kuş tanımayan kelli-felli uzmanlarn yanında aykırı düşünenlerin neden önemli olduğuna ve aykırı düşüncenin ne demek olduğuna geliyoruz.
Aykırı düşünce, yeni perspektifler açan devrimci düşüncedir ve zırvayla arasındaki temel fark da budur. Zırva, reklamcı budala tipi "yeni birşeyler attıralım" zihniyetiyle ortaya atılan, önü-sonu olmayan hava-cıva baloncuklarına denir. Aykırı düşünce ise, kaldığı yerden kendini üretebilen, tecrübelerle güçlenen, bu özelliği bilimsel/spiritüel temellerle çelişmeyen yeni devrimci düşüncedir. Mesela dünyanın büyük üniversitelerine her yıl sunulan "yenilik" tezlerinin yüzde doksanbeşten fazlası, "içinde yeterince yenilik yok" gerekçesiyle reddedilirken, geriye kalan yüzde beşinin -zaten- hakemli dergilerin uzmanlarının denetiminden geçmiş olduğunu söylemeye gerek var. Çünkü Türkiye'de adına Profesör denen ama uluslararası hakemli dergilerde bir tek makalesi bile yayımlanmamış sürü sepet zevat var ve bunların bir kısmı da mesela "Liberal" sıfatıyla televizyonları şenlendiriyorlar.
Sadece Türkiye'de değil, dünyada da, hiç bir halta yaramadıkları halde "fikrine" başvurulan bilim/dilim adamlarının bir fonksiyonu olmalı elbette -yoksa televizyonlarda sahne almazlar. Bu fonksiyon, tamamen psikolojik. İnsanlar dünyayı açıklarken, emin oldukları, doğruluğuna inanmak istedikleri temel fikirlere ihtiyaç duyuyorlar. Ama aykırı düşüncenin -yani tarihin tekerleğini ileriye doğru çeviren asıl düşüncenin- temel özelliği kuşkuculuktur. Kuşkucu olmanın en büyük zorluğu, insanlığın on bin yıl önce yaptığı tarım devriminden bu yana sosyal bir yaratık haline gelmesi ve çıkıntı değil uyumlu olmayı tercih etmesidir. Stanford Üniversitesinden Gerald Crahtree'nin gösterdiği ve Türk gazetelerine bile yansıyan bir araştırmasına göre insanların hepsi evrim sonunda çok zeki varlıklar olmamışlardır, çünkü bir çit çekip içinde tarım yapmaya başladıklarında yardımlaşmaya başlamışlardır ve avcılar gibi çok hızlı düşünüp karar vermek özelliklerini/melekelerini yitirmişlerdir, yani onun sözleriyle "beyinleri tembelleşmiştir." Bunun bugünkü anlamı şudur: "M.Ö. 1000 yılında yaşamış bir insanı alıp şimdi aramıza getirseniz, dünyanın en zeki insanlarından biri olabilir." Buradan çıkarak şu da söylenebilir: Moğolların dokuz yüz yıl önce bilinen dünyanın -Afrika ve Batı Avrupa hariç- neredeyse tamamına hükmetmelerinin, (onlardan önce de Aşina hanedanından Türk soyluların hakimiyetinin) sırrı işte bu akılda yatar. Bu akıl, "yalnız avlananlara" özgü bir durumdur. (Eski göçebe geleneğinde çit çekip içinde tarım yapan insan türüne "Yatuk" denir. Ve aralarında fark gözetilmez, Yatuk Yatuktur!)
Aykırı düşünenler her zaman azınlık olmuşlardır. (Kubilay Kağanın o zamanlar da onmilyonlarca nüfusa sahip koca Çin'i fetheden ordusu da sadece yüzbin atlı çeriden ibarettir)
İnsanın zaman içinde "sosyal bir varlık" olmaya ne kadar yatkın hale geldiği, hatta bu yolda sürüleşmeye ve koyunlaşmaya meyilli olduğu, deneylerle sabittir. İnsanların çok büyük bir çoğunluğu çoğunluğa uymaya meyillidir ve bunun farkında da değildir -psikologların verdiği ünlü bir örnek:
Aynı uzunlukta paralel çizgilerin bulunduğu sayfaları on kişi arasında dağıtıyorsunuz ve "Çizgiler aynı uzunlukta mı?" diye soruyorsunuz. Deneye katılanlardan dokuzu, psikoloji öğrencisi ve ortada ne döndüğünün farkında, görevleri de, "Hayır, aynı uzunlukta değiller" demek. Üzerinde deney yapılan o bir kişi, elinde tuttuğu kağıtta aynı uzunlukta çizgiler olmasına rağmen önce kuşkuya düşüyor ve sonra, "Evet galiaba haklısınız, aynı uzunlukta değiller" diyor! Çoğunluğa uymak rahat bir durum. Bu durumda beyniniz bile size yalan söyleyebiliyor, yeter ki bedeniniz stres hormonu salgılamaya başlamasın, yeter ki terlemeyin, kızarmayın. Toplum içinde aykırı olmak, eğer ille de "toplum içinde kabul görmek" bağımlısıysanız -ki en büyük çoğunluk böyledir- çok zor bir şey. En başta 'Yalnızlık' demek, hatta depresyon demek, tutuk ve çekingen olmak demek. Ama toplumun tasdiğine ille de mecbur değilseniz, aykırı düşünenler sınıfına dahil olabilirsiniz.
Peki insana eziyet bile verebiliyorsa, neden aykırı düşünelim? Çoğunluğun sırıtarak sorduğu bu sorunun, onlar için -eğer biraz düşünürlerse verebilecekleri- çok açık bir cevabı var: Çünkü tarihin tekerleğini çeviren, insanın tekamülünü sağlayan düşünce, aykırı düşüncedir ve aykırı düşünce en başta cesaret gerektiren bir şeydir. Örnek:
Doktor Ignaz Semmelweis 1848 yılında, "Doktorlar, ceset elledikten sonra başka bir hastayı muayene edeceklerse, önce ellerini yıkamalılar" dedi, tüm doktorların dalga geçtiği biri haline geldi. Doğumlara giren doktorların ellerini yıkamaları halinde anne ölümlerinin yüzde onikiden yüzde ikiye düştüğü kanıtlandığında Semmelweis tımarhanede ölmüştü. Bu adam bugün, "Hijyen'in mucudi" sayılıyor. Ama verilerin ille de çok eski olmasına gerek yok. Avustralyalı doktor Barry Marshall, ülserin nedeninin stres değil bir bakteri olduğunu 1985'de gösterdiğinde onunla da dalga geçtiler, o da kendini önce hasta edip sonra iyileştirerek tezini kanıtladı! Yani koyunluk, bugün de oldukça yaygın bir Yatuk'luk vaziyeti olmayı sürdürüyor!
Aykırı düşünenlere dünya dar edilir, ama onlar aykırılıklarında ısrar ederler. Bunun da bir insanlık kali olduğu anlaşılıyor, çünkü aykırı düşünen kişi, aykırı fikrini söylemeden edemez. Ama çoğunluğun ciddiye almayıp alay etmesine rağmen, yalnızlığa ve depresyonlara rağmen yoluna şaşmadan devam etmek -işte bu, aykırı düşünceyi büyük yapan şeydir. Görünen ve görünmeyen kahramanların harcında da aykırı düşünce vardır.
Bu kar önemli ise, aykırı düşünceyi kurumsallaştırmak mümkün mü? (Bu yazının "yeni" sayılabilecek sorusu da bu aslında)
Barbaros Altuğ gibi bir edebiyat/yazar manejeri olan John Brockman 1991'de bir makale yayınlayıp "Third culture" diye birşey atmış ortaya. Bu fikre göre, çeşitli bilim dallarından bilim adamları/kadınları, ilgili olmadıkları alanlarla ilgilenip, diğer bilim dallarına dışarıdan eleştiriler yönelteceklerdir, bir eleştiri platforumu oluşturulacaktır ve bilimcilerin kendi dallarına daha eleştirel yaklaşmaları sağlanacaktır. En yüksek bilim çevrelerinde yaratıcı/aykırı fikirleri tetiklemesi beklenen bir uygulama -tabii eleştirileri can kulağıyla dinleme kültürüne sahip olunması önşartıyla. Dahiyene fikirlere sahip olmak bir insana hayatında çok nadiren nasip olduğu için onu kışkırtmak için düşünülmüş sağlam bir yöntem. Benim buna ek olarak sunabileceğim önerim de bir zamanlar Almanya'da yazarların uyguladığı bir yöntem.
Yazar Hans Werner Richter 1947 yılında, savaştan sonra tamamen yıkılmış Almanya'da bir yazarlar grubu kurar. Savaş sonrasının ilk yeni siyasi kamuoyunu oluşturan bu grup, yeni Alman edebiyat branşının işlemesinden tutun da yeni Almanya'nın algılarını kurmaya kadar bir dizi ince konuda görev dağılımı yapıp çalışmıştır, nasıl çalıştıkları ile ilgili sağlam bir kitap mevcut. Türkiye'ye de bazı konularda örnek olabilir. Böyle girişimler zaten farklı şekillerde, başladı. (Mesela "Afilli Filintalar")
Aykırı düşüncenin korunup desteklenmesinin ilk koşulu, elbette işleyen bir demokrasidir. Sınırsız eleştiri hakkı ve aralarından beyin fırtınaları estirenler, eleştiriye açık olanlar, bu işin olmazsa olmazlarıdır. Ama aykırı bir fikir ortaya atıp, şaşmadan onun arkasından gitmek, cesaretin soyadıdır. Büyle insanlar dünyaya -şimdi daha çok lazım.

Kaynakça:
Salih Selçuk, "'Milli Ekonomi'lerin ölümü" Radikal, 30.3.2004
Jürgen Schaefer, "Die Kunst des Querdenkens" 2011
Makini Brice, "Research Suggests That Humans Are Becoming More Stupid" Medical Daily, 12.10.2012
John Brockman, "The Third Culture" 1995
Helmut Böttiger, "Die Gruppe 47" 2012

Enformasyon/bilgi kapitalizmi ve Yeni Dünya Düzeni'nin ürettiği insan modelinin iflası

Gerçekten okumadıkları ve inanmadıkları halde Kutsal kitabı ellerinden düşürmeyenler, evrim teorisine karşı çıkıp Yaradılış teorisini savunmak adına ders kitaplarını değiştirirken, bugünkü halleriyle şeytani bir düzenin yarattığı insan modeli/prototipi olabileceklerini düşünmüşler midir? İnsanın Yaradılışı, onun formatlanmasıyla ilgili bir durum olmalı. Ve Neoliberal dönemde formatlanan yeni bir tip insan modelinin ilkesi, "İstediğini yap, ama kitabına uydur" şeklinde özetlenebilecek bir "vecize". Çıkarı için herşeyi yapmayı mübah sayan kapitalist ekonominin bu temel zihniyetini "doğal" sayıp tüm sosyal ilişkilere hakim kılan ve bunu "akıllılık" sayan yeni insan modeli krizde.
Enformasyon/bilgi kapitalizmi, insanların ne dedikleriyle, ne satın aldıklarıyla, nelere ilgi duyduklarıyla, hisleriyle ilgileniyor ve onların bilgilerini borsadaki hisse senetleri gibi kullanıyor, iniş-çıkışlarından para ve nüfuz kazanıyor. Artık duyguların bile borsası var!
Burada bir süre, 'Ekonomik Kriz'den bahsetmiştim, sonra uzunca bir süre 'Sistem Krizi'nden bahsettim, şimdi 'İnsanın Krizi'nden bahsetmeyi düşünüyorum, çünkü "Kendi çıkarın için her haltı ye, istisnasız herşeyi de bunun için kullan" diye özetlenebilecek neoliberal insan modelinin krizi, insanın yeniden şekillenmesiyle ilgili bir durum aynı zamanda -ve krizdeki insan tipine karşı kesinlikle uzlaşmaz bir tavır belirleyip, yeni bir yol belirleyip o yolda ilerlemek, Adem Oğlu ve Havva Kızı'nın bir numaralı görevi haline geldi. Frank Schirrmacher'in deyimiyle,"Toplumların değer sistemlerini tersyüz eden, bir gecede koca ulusların algılarını değiştiren"Enformasyon/bilgi kapitalizminin öznesi sorunlu insan modelinin, sistem tarafından nasıl inşa edildiğini göstermeye çalışacağım. Bu aynı zamanda onun yapı-söküm metoduyla nasıl demonte edilebileceğini ve yeniden şekillendirileceğini de konuşmayı denemek anlamına geliyor.

(Yazı hazırlık aşamasında)