İngiliz Çağını başlatan Amiral Nelson ve Trafalgar savaşı

Amiral Horatio Nelson
Osmanlı'nın Türklerin Kayı Boyundan uç beyi Ertuğrul Gazi ve oğlu Osman tarafından Ahilerin desteği sayesinde nasıl kurulup, Orhan Bey zamanında Brussa'nın alınmasıyla bir devlet haline geldiğini herkes bilir. Bugünkü adıyla Osmanlı (Ottoman) İmparatorluğu, tam anlamıyla bir deniz imparatorluğu olamamıştır. Bunun coğrafi nedenleri kadar, kurucu göçebe karakterinin karacıl etkisi de büyüktür. O nedenle Osmanlı yayılması, yağma devrinin ve göçebe imparatorluklarının sona erişiyle birlikte bitmiştir. Ama gelişmelere uyum sağlamayı başardığı için 20'inci yüzyıla kadar hayatta kalmıştır. Osmanlı İmparatorluğunun gerçek bir uygarlık devri yaşadığı dönemde ortaya çıkan kapitalizm, kendine özgü yeni bir imparatorluk yarattı: Britanya İmparatorluğu. Tarihin ilk global İmparatorluğunu da İngilizler kurdu. (Ne kadar övünseler az!) Bu konuda -Yeni Osmanlılar gibi!- asla böbürlenmezler.
Britanya İmparatorluğuna Türklerin küçümseyerek "İngiliz" demesi boşuna değildir -tabii bu, Türklerin oldukça geri kafalı (konservatif/muhafazakar) olduğunu da gösterir aynı zamanda. "İngiltere", İngilizlerin İskoçlarla birleşmeden önceki (18'inci yüzyıl başına kadarki) adıdır. İki ülke 1707'de birleşip "Büyük Britanya" adını alsa da Türkler "İngiliz" demeye devam eder!
Eski Doğu Roma coğrafyası üzerinde kurdukları Türk-Rum İmparatorluğu Osmanlı'nın asıl sahipleri olarak, Türklerin "İngilizler"i fena halde kıskandıklarını anlayabilirim. Türkler Viyana ve İtalyan çizmesi ucundan İran'a ve Yemen'e, oradan Sudan'a ve Fas'a kadar uzanmışlardır, ama "İngilizler" Avustralya'ya, Büyükokyanus adalarından Afrika'nın en güney ucuna kadar, Karayiplerden Hindistan'a, Hong Kong'a kadar tüm dünyaya uzanmışlardır ve hâlâ "Topraklarımızı genişletelim, Suriye çölü de bizim olsun" kafasındaki muhafazakar Türklerin kıskançlığına mazhar olmaktan da hoşnutturlar elbette. Hatta Türk muhafazakarların gözünde "İngilizler"in mistik ve anlaşılmaz bir akıllı şeytan formunda düşünülmesi, her yerde hâlâ "İngiliz parmağı"nın aranması, Britanyalıların hoşuna gider. Britanyalılar, koca bir imparatorluk kaybetmiş olmalarına rağmen, her türden muhafazakar Türklerin "İngilizler"e izafe ettiği o bilinmez mistik "güç"ün tadını çıkarıyorlar! Türkiye'de nedense kimsenin görmediği ömemli olaylardan biri de, Bugünkü Amerika Birleşik Devletleri'nin gene bu "İngiliz mi Britanyalı mı" kavgasından doğmuş olmasıdır -saf saf "Türk mü Türkiyeli mi" diye tartışan Türkler için aslında ilginç bir konu olsa gerek. Zira sonradan türeme bu "Britanyalı" lafını beğenmeyen İngiliz Prütenler, kendilerini, "daha iyi İngilizler" kabul edip "Britanyalı kırmızı urbalılara karşı" bağımsızlık hareketini başlatanlardır aynı zamanda. bir tür Hristiyan tarikatı olan Püritenlerin bence en önemli özelliği, deniz aşırı uzak bir yere göçen ilk büyük dini halk grubu olmalarıdır. Avrupa'da daha önce de bazı dini mezheplere/tarikatlara bağlı Hristiyanlar ülkelerinden göçmüşlerdir, ama asla toptan deniz aşırı bir yere gitmemişlerdir. Amerikalılar 1783'te, Fransızların da yardımıyla Britanyalıları Amerikadan defettikten sonra, bir yenilgiden yeni bir imparatorluk çıkarmak, amiral Horatio Nelson'a nasip olur. Ne zaman gemiye binse kendisini deniz tutan bu ukala, kendini beğenmiş yakışıklı adam, Büyük Britanya'nın bir İmparatorluk olmasının kapılarını açan kişidir.
Trafalgar savaşında Amiral Nelson'un yeni savaş stili
Britanya'dan önce denizlerde bir İspanyol ve Portekiz çağının yaşandığını unutmayalım. Dünyayı Akdeniz kadar bir yer sanan ve onun dışına çıkmayı da pek düşünmeyen Türkler, İspanyol/Portekiz çağını da bilmez, ilgilenmezler. Aynı dönemde karalar da Fransız çağını yaşamaktaydı. Dünya diplomasi dili Fransızcaydı. Napoleone Rusya'ya kadar bütün Avrupa'yı kontrol etmekteydi. Mısır'a çıkan Napoleon'un ordusu pek direnişle karşılaşmamıştır, ama Mısır piramitlerinin dibinde İbrahim ve Murad Beylerin komutasındaki Memluk-Osmanlı gücüyle savaşmış ve onları 21 Haziran 1798'de yenerek Mısır'ı ele geçirmiştir. Napoleon 1801'de Fransa'ya dönerken bir sorunu vardır: İngilizler ve onlarla işbirliği halindeki Karaip Korsanları! Bu adamlar, özellikle İspanyol gemilerine musallat olmakta, onları soyup yakmaktadırlar. 
ABD'nin ilk Başkanı Washington'ın seçildiği 1789 yılında Fransa'da o ünlü ihtilal patladığında Horatio Nelson karaiplerden yeni dönmüş, yeni evlenmiş çiçeği burnunda bir deniz subayı. Fransız İhtilali Büyük Britanya'yı da etkilediğinden eski savaş baltaları çıkarılıyor ve İngiltere Fransa'ya savaş ilan ediyor. O zamandan sonra Nelson'u çeşitli deniz savaşlarında görüyoruz, hatta bir savaşta gözünden yaralanıyor (ama filmlerdeki gibi asla göz bandı kullanmıyor). İşte bu adam, 21 Ekim 1805'de, Hem İspanyol donanması hem de Fransız donanmasıyla aynı anda savaşıyor ve ikisini de yeniyor. Savaş, Cebel-i Tarık Boğazının Atlantik tarafına çok yakın Trafalgar açıklarında yaşanıyor. Bu o kadar önemli bir deniz savaşı ki, birkaç cümleye sığdırmak, gerçekten haksızlık olur.
Nelson öğle saatlerinde gemisi "Victory"nin güvertesinde. Ölçüm aletlerinin, dürbünlerin bulunduğu masa isabet alıyor ve emir subayı paramparça oluyor. Nelson, subayın kanına bulanıyor. Etraftan top mermisi ve kurşun yağıyor. Gemi, Fransız gemilerine değecek kadar yakın...
Nelson'un efsanevi bir amiral sayılmasının ikinci büyük nedeni, onun giriştiği bu deniz savaşının, dünyadaki en büyük ve en sonuncu yelkenli gemiler savaşı olmasıdır. Bu savaşlarda "âdet", birbirine düşman donanmaların gemilerinin yan yana birbirine paralel durarak birbirlerini topa tutmalarıdır. Bir tür düello gibi birşeydir ve gemilerin yan taraflarında bulunan topların hepsini kullanmak, bu pozisyonda mümkün olmaktadır. Nelson, tamamen yeni ama basit bir taktik geliştirir. 27 Gemisini birbirine paralel iki sıra halinde, 33 gemiden oluşan düşman İspanyol-Fransız donanmasına dik açıyla sürer. Bu tam bir sürprizdir! Nelson'un gemileri birbirinden uzak iki paralel çizgi halinde düşman donanmasını üçe böler. Nelson burada, burundan görünen gemilerinin daha küçük bir hedef teşkil ettiğini, İspanyol topçularının kötü nişancı olduklarını düşünmüş, Britanyalı mahir askerlerinin isabetli top atışlarına güvenmiştir ve bir de yakın dövüşteki ustalıklarına elbette. Korsanlardan öğrenilmiş bir savaş stili. 
Neye uğradıklarını şaşıran İspanyollar ve Fransızlar kendilerini bir anda İngiliz gemilerinin arasında bulurlar ve ilk elden 17 gemilerini kaybederler. Bu gemiler, korsan usulü saldırıp güverteye Tarzan gibi inen, yakın dövüş ustası Britanyalılar tarafından ele geçirilmiştir. Tek bir gemi bile kaybetmeyen Nelson, ona çok yakın duran Fransız gemisinden bir keskin nişancının ateşiyle omzundan vurulur. Victory'nin kaptanı Thomas Hardy'ye, "Galiba sonunda becerdiler" der. Gemideki yaralıların yanına kaldırılan, Trefalgar deniz savaşının muzaffer komutanı Nelson, savaş daha bitmeden ölmüştür. Bu savaşta 449 Britanyalı askere karşı 4408 Fransız-İspanyol askeri hayatını kaybetmiştir ve tabii binlerce asker yaralanmıştır.
Bundan sonrası da benim özel ilgi alanıma giriyor, çünkü savaş bitip de İngilizler 17 esir gemiyle birlikte denize açılırken muazzam bir fırtına patlıyor. Fırtına o kadar şiddetli ki, Britanya donanmasının kaptanları, yaralı bazı gemileri terketmek zorunda kalıyorlar. Fırtına bu gemilerin bir kısmını sahil vurmuş veya batırmıştır. İkiyüz yaralıyla dolu bir Britanya gemisi ise içindeki askerlerle birlikte batmıştır. İspanyol-Fransız donanmasının yapamadığını bu fırtına yapmıştır. Savaşı kaybedip kaçan Fransızlar, zamanında sahile sığınmışlardır. Fırtına dinmek bilmez, Britanya donanması fırtınanın etkisinden kurtulamaz ve o kadar uzun sürer ki, Kaptan Hardy, Nelson'un cesedinin bozulmasını önlemek için, dolu bir Brandy fıçısının içinde tutar -alkolün bozulmayı önleyeceğini düşünerek! Nelson'un cesedi Londra'ya ancak Ocak 1806'nın ilk günlerinde ulaştırılabilmiş ve 9 Ocak günü büyük bir resmi törenle gömülmüştür.
Nelson'un gemisi Victory, Portsmouth'daki Britanya deniz üssünde saklanıyor. Gemide, Nelson'un vurulduğunda üzerinde olan delik üniforması da sergileniyor. 
Nelson'un zaferiyle İspanyol ve Fransız çağı kapanıp, Britanya çağı açılmıştır ve 1949'da Mahatma (Yüce Ruh) Gandhi tarafından tek kurşun atmadan güzellikle sona erdirilmiştir.