İşsizler ekonomisi, yeni muhafazakarlık ve elit demokrasisi


Türkiye'nin on yıl sonraki hali tartışılıyor. Kuşkusuz çok sevindirici, ama şimdilik oldukça yüzeysel bir tartışma ve Türkiye'nin geleceğini temsil etmesi muhtemel kaliteyi yansıtmıyor. 2010-2015 arasında dünyada yaşanması beklenen badirenin ardından Türkiye'nin nasıl bir durumda olacağı hakkında tahminlerde bulunmak için henüz erken. Ama bazı genel trendlere dikkat çekmek gerekiyor.


Türkiye on yıl sonra, kendine yepyeni bir yön çizmiş, önemli bir dünya gücü olmak perspektifine sahip, yeni bir tür elit demokrasisiyle yönetilen çok önemli bir ülke olabilir. Buna karşın Türkiye'nin gelecekte ne olmayacağını aşağı-yukarı tahmin edebiliriz: Bugünün (ve son 60 yılın para/rant manyağı Amerikancı "Müslüman muhafazakar"larının iktidar/devlet olmaya alışmış kabakapitalist) değer ve normlarının devamı üzerinden kurulan bütün gelecek hayalleri gerçekleşmeyecektir. Eski normların -yani 2008 sonbaharına kadar geçerli olan normlarının- bundan sonra neden işlemeyeceğini açıklayabilmek için, zamanın kalitesi hakkında birkaç şey söylemek gerekiyor.

Dünyanın önümüzdeki on-onbeş yıl içinde yaşamak zorunda kalacağı köklü değişiklikler, yepyeni bir çağın başlaması ile nihayet bulacaktır. Bu değişim, 1989'da Berlin Duvarı'nın yıkılışı ardından başlayan görece barışçıl dönem gibi -aynı sistem içinde nicel değişiklik türünden- bir değişim olmayacaktır. Değişim çok köklü ve kesindir. Bu zaman kalitesine karşı sadece iki tutum sözkonusudur: Ya bu değişime ayak uydurulur, ya da değişim ayakları kendine uydurur (İkinci durumda büyük felaketler ve global savaş sözkonusudur ve tabii Türkiye'nin de bundan doğrudan mı yoksa dolaylı mı etkileneceği konusu çok önemlidir -zira ikisi arasındaki fark dağlardan daha büyük). Durum artık, yarım gönüllü yazılarla sürdürülemeyecek kadar ciddi bir mecraya doğru ilerlemektedir. Zaman tükenmek üzere. (Bir örnek: İlk ciddi değişim süreci, 2010 Sonbaharına kadar sona ermiş olmalıdır, yoksa bu 'İstanbul Depremi' anlamına da gelebilir)

Dünyadaki değişimler elbette Türkiye için de belirleyici olacaktır ve değişim trendini hesaba katmadan tahminler yapmak anlamsızdır. On yıl sonra Türkiye, muhtemelen, değişimin nitel kısmını -öyle veya böyle- aşmış, asıl istikameti önemli ölçüde kesinleşmiş ve ayrıntıların tamamlanması için çalışılan bir dönemde yaşıyor olacak. 2008 Ekonomik kriziyle başlayan yeni paradigma değişikliğinin ve onun yol açacağı değişikliklerin Türkiye'ye yansımasını, kısaca iki açıdan değerlendirebiliriz. Bunlardan ilki sosyo-psikolojik, diğeri de özellikle önemli olan sosyo-ekonomik değişim trendi ile ilgilidir. Neden başka alanlar değil de özellikle 'sosyo-ekonomi' sorusunu yanıtlayabilmek için önce, toplumlara hakim olacak genel ruh hali hakkında bir fikir verebilen sosyo-psikolojik değişimden sözetmemiz gerekiyor.


Türkiye'nin -tıpkı dünya gibi- 2008 sonbaharında yepyeni bir döneme girdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu, gözle görülür bir durumdur. (Siyasi kanıtı da şimdilik Kemal Kılıçdaroğlu ve Mehmet Bekaroğlu gibi yeni tip siyasetçilerdir. Ekonomik kanıtı, kriz karşısında AKP'nin inanılmaz vurdumduymazlığı ve acizliğidir) Etkisini 1995'de tam anlamıyla göstermeye başlayan ve 2008'de sona eren dönem (mundan-astroloji uzmanı dostlarımızın deyimiyle 'Pluto Yay burcunda' dönemi), din odaklı politikanın yükseldiği, dinciliğin çeşitli biçimlerinin gündemi/iktidarı belirlediği, dinci radikalizmin etkin olduğu bir dönemdi. Bu dönemin 1995'e doğru yükselerek gelen ilk aşaması gibi, şimdi de bu etkinin hızla azalacağı bir son dönemden geçiliyor. Zamanın kalitesi, bu son dönemin tahminlerden daha hızlı ilerleyebileceğini gösteriyor. 2008'de sona eren dönemin siyasi parametreleri (hatta dünya siyasi coğrafyasının bile) değişeceği ve dünyada yeni blokların ortaya çıkabileceği bir döneme girmiş bulunuyoruz.

1995-2008 döneminin hakim siyasi trendinin en uç iki biçimini Georg W. Bush ve Bin Laden'de gördük.
Bunlardan biri Evangelist Hristiyan dinciliğini, diğeri de Arabi-Sünni tandanslı İslamcı dinciliği temsil etmekteydiler. Bu dönemin sosyal hayattaki diğer özelliklerini de kısaca şöyle özetleyebiliriz: Gelişen iletişim teknolojilerinin yardımıyla insanların birbirine (bazen rahatsız edici boyutlarda) yaklaşması, etnik/dini kültürel kimlikler üzerinden konuşan siyaset dili (-ki önce etnik dil zayıflamaya başlamıştır, şimdi sıra dinci dilin zayıflamasındadır), globaleşme, sanal kapitalin şişirdiği ölçüsüz/yapay ekonomik büyüme, tüketim çılgınlığı, ölçüsüz para hırsı ve tabii internetin yaygınlaşması. Bu gelişmelerin Türkiye'ye yansıyan siyasi yükseleni ise; en son AKP'de ifadesini bulan islami kültürel kimlikçi (ılımlı islamcı) siyaset olmuştu.


2008'de başlayan ve onbeş yıl kadar sürecek olan yeni dönem, bir önceki döneme oldukça ters özellikler taşıyor. Yeni dönem aynı zamanda, çok daha uzun bir süre için (240 küsür yıl. Daha sonraki aşama ile birlikte yaklaşık bin yıl) sosyal ve siyasi parametreleri tamamen yeniden belirleyebilecek kalitededir. Bu anlamda, oldukça uç tahminlere bile rahatlıkla izin vermektedir. Üstelik değişim, 2011 Mart ve 2012 Aralık ayındaki benzersiz iki gök olayıyla da desteklendiğinden, on yıl sonra geriye dönüp bakıldığında, bugünü anlamak (ve anlayışla karşılamak!) çok zor gelebilir.


2008'de başlayan yeni zaman kalitesine göre değerlendirdiğimizde on yıl sonra, Türkiye'nin 60 yıllık muhafazakar iktidarlar tarihi (ve onun son biçimi neoliberal AKP dönemi) sorgulanmış bitmiş veya sorgulanıyor olacak. Sorgulama muhtemelen, tıpkı 1980'li ve 1990'lı yıllarda Kemalizmin sorgulanması gibi, ama daha farklı bir alana yoğunlaşarak sonuçlanacak. (Bu arada Kemalizmin bir devlet ideolojisi olarak yeniden yükselmesi gibi bir durum sözkonusu değil) Yakın tarihe yaklaşım süreç içinde her açıdan daha sağlıklı ve kamplaşma yaratmayan şekilde gelişebilir. Yükselen yeni mecra/değer, insani etik/hukuki/kültürel/kutsal değerleri de içeren ama siyasi olmayan yeni bir muhafazakarlık türü olacaktır. Mesela ahlakı, dürüstlüğü, evrensel hukuku vs. benimseyen genel anlamda insani/kutsal değerleri yükselten sert bir muhafazakarlık türü, krizin etkisi bütün dünyada arttıkça, şimdi Avrupa ve Amerika'da yükseldiği gibi muhtemelen Türkiye'de daha da yükselecektir. On yıl sonra yeni muhafazakarlık mantalitesinin hakim olduğu bir politika ve sosyal hayat tarzı Türkiye'ye hakim olmakla kalmayıp, yeni muhafazakarlık sertleşebilir de. Bunun asıl nedeni, ekonomik krizin sistemi hızla değiştirmesi ve tüm dünyadaki bu altüstoluştan, önce neoliberal dönemin İslamcı/Hristiyancı para elitinin sorumlu tutulması olacaktır.


Bu genel yaklaşımdan yola çıkarak, on yıl sonra etik kuralları çok önemseyen (dindar ama neoliberal dönemin dinciliğine karşı), ve tabii kendi içinde şimdiki kadar homojen olmayan bir Türk toplumu yaşıyor olabilir. Kimin hangi dili konuştuğu gibi sorunların olmadığı, sosyal dayanışmanın ve komşuluk ilişkilerinin arttığı, daha az tüketilen, yerinden yönetilen, kısmen parasız işleyen postkapitalist bir milli ekonominin ilk adımlarını atıp profil kazanmaya çalıştığı, nüfusun çoğunluğunun yeniden köylerde yaşadığı, ama bilgi/enformasyon/kültür seviyesinin özellikle gençlerde bugüne kıyasla çok daha yüksek seviyede olduğu bir toplum.

Onbeş yıl sonrasının politika ve devlet yönetimi, oldukça nesnel, teknik, rasyonalleştirilmiş ve daha küçük ama daha etkili bir devlet aparatı kullanan, dünyadan kopya çekmak yerine kendi yöntemlerini geliştirmeye öncelik tanıyan -global seviyede etkili- bir çizgide olabilir. Devlet ve yönetim biçiminde önemli değişiklikler olmuş olabilir. Bunların ilk nedeni de (sadece ekonomik kriz değil) enerji krizi olacaktır ve çok nitelikli insanları devlet yönetimine getirmek bir zorunluluk haline gelecektir. Ayrıca her alanda en yüksek insani değerlere sahip insanların önemi çok iyi anlaşılacaktır. Çünkü asıl kriteri amca/dayı/rant/parti yandaşlığı olan bir "Müslüman" kültürsüzler/görgüsüzler/cahiller yönetimi, on yıl sonra Somali'de bile olmayabilir (Türkiye gibi bir dünya devleti adayında ise düşünülemez).

Bilindiği gibi petrol üretimi en üst seviyesini 2006'da görmüştür ve o dönemden beri petrol üretimi artmamaktadır. Peak-Oil teorisine göre önümüzdeki dönemde petrol ve diğer fosil yakıtların mütemadiyen azalacağı, çıkartılmasının zorlaşacağı/pahalılanacağı hesaplanmaktadır. Küresel ısınma nedeniyle devletlerin fosil yakıtların tüketimi konusunda bazı ortak kararlar almaları ve bunları kapitalist ekonomiye dikte etmeleri yüksek ihtimal dahilindedir. (Bunlar olmazsa savaş olacaktır) Türkiye, on yıl sonra, yeni bulunan petrol kaynaklarını otomobil yakıtı için değil, sofistike yeni teknolojiler ve plastik bazlı önemli ürünlerden hangilerini tasarlamak ve üretmek için kullanacağını tartışıyor olabilir (tabii bol keseden tüketici piyasası için değil!). Öyle veya böyle en geç on yıl sonra, yeni dönemde yaygınlaşan güneş ve rüzgar enerjisi kullanımı kesinlikle gündemde olacaktır.

Bu enerjiler, yaşam ve yönetim biçimlerini de köklü biçimde etkileyecektir. Yeni enerjiler merkezi (zentral/central) değil merkezi olmayan (dezentral/decentral) enerji biçimleridir ve yerel ekonomileri, yerinden yönetimleri özendirmektedirler. On yıl sonra, geniş işsiz kitlelerin mobilize edildiği güneş ve rüzgar santrallarının inşası projeleri gündemde olabilir (Tabii "ihale" konusu da bugünkünden farklı olur!). Çünkü on-onbeş yıl içinde firmaların kar marjları sınırlanmış, vergi sistemi değişmiş, hatta yeni tür devlet kontrollü özel firmalar ortaya çıkmış olabilir. Ama hepsinden önemlisi, parasal kar üzerinde yükselen kapitalist mantığın değişmeye başladığı, köklü firmaların da bu yeni trende uyum sağlamakta zorlanmadığı bir dönem olacağı açık.

Onbeş yıl sonra Türkiye'de, yerel yönetimlerin güçlü olduğu eliter bir demokrasi hüküm sürüyor olabilir. Bunun anlamı, merkezi yönetimi (devlet ve hükümeti) eski Osmanlı devletinde olduğu gibi büyük bir özenle yetiştirilmiş veya tecrübeli teknokratlar ve bürokratların etkili olduğu bir elit yönetiyor olabilir. Hükümet değiştirmek yerine hükümet üyelerinin seçimle ayrı ayrı değiştirilmesini esas alan, tecrübeyi ve hükümetin/devletin devamlılığını önemseyen yerel politikanın ve dernek/örgüt politikacılığının geri döndüğü bir yaklaşım devlete/ülkeye hakim olabilir. Burada genel seçimler yapmak yerine, çok gelişmiş güvenli haberleşme ve interneti ortamında -belirlenmiş yeni kurallara göre, gerektiği zaman- halk oyuyla tek tek politikacı ve teknokratları değiştirmek, kararlara doğrudan halk katılımı sağlanabilir. Bugünkü postdemokrasinin birçok zayıf noktası aşılmış olabilir. Bu sistem, eliter bir eğitim sistemiyle de destekleniyor olabilir. Plansız bir eğitimin olmayacağı 10 yıl sonrasının Türkiye'sinde, hangi uzmandan kaç tane gerektiği planlanmak zorunda kalınabilir. Çünkü kaliteli bir yüksek eğitim hem çok gerekli, hem çok pahalı, hem de bunun için şartlar daha kısıtlı olacaktır. Buna karşın, yeni iletişim teknolojileri yardımıyla kendi kendini yetiştirenlerin sayısı çok artacak, belli sofistike bilim dalları için ve yaratıcılık/yetenek gerektiren konularda halkın en alt/ücra kesimlerinden, ülkenin en üst makamlarına kadar yükselebilinen bir eğitim mekanizması muhtemelen inşa edilmiş olacaktır.

Onbeş yıl sonrasının Türkiye'sinde toplumda da hiyerarşik bir düzenin hüküm sürmesi, herkesin kendi seviyesini ve yerini bilmesi mümkündür. Seviyeyi belirleyecek olan şey ise para ve maddi zenginlik değil, çok iyi eğitim, akıl ve yetenek, tecrübe ve yaratıcılık olacaktır (2011'den itibaren yeni bir ruhsal/sezgisel/spiritüel kalite de bunlara eklenebilir ve kaliteyi/seviyeyi oldukça yükseltebilir). Fakat yeni muhafzakarlığın kurduğu baskı sayesinde insanlar, insan onuru açısından ve belli bir seviyede fırsat eşitliği konusunda eşit olacaklardır. Hiyerarşideki sıralama, insan haysiyeti konusunda kimseye belli 'ayrıcalıklar' sağlamayacaktır.

Yerel yönetimlerin ve yerel ekonomilerin güçlenmesinde yeni ekonomi de rol oynayacaktır. İşsizliğin çözülemediği ve kalıcı işsizliğin arttığı on yıl boyunca, kapitalist sistemdekine paralel yeni bir çalışma biçimi şekillenmiş olabilir. Şehir nüfuslarının azaldığı, köy ve kasaba nüfuslarının arttığı ortamda, işsizlerin döndürdüğü ve esasen parasız işleyen bir altyapı ve yardımlaşma ekonomisinin ilk başarılı uygulamaları görülebilir. Tam gün çalışmak yerine sınırlı saatte ve dönüşümlü çalışılan işler ile uzmanlık gerektiren mesela yeni teknolojiler üzerinde çalışan yerel uzmanların siparişe göre ürettiği, modern tüketim zihniyetine aykırı yeni çalışma biçimi, devlet kontrolünde kurulup ilk başarılı sonuçları alınmaya başlanmış olabilir. Kapitalizme paralel olarak kurulup işletilecek bu sistemin, kapitalizmin artık işlemediği Doğu ve Güneydoğu Anadolu'dan başlayarak diğer bölgelerde ve alanlarda nasıl devreye sokulabileceği tartışılıyor olabilir. Bu yeni ekonominin devlet kontrolü altında olması, kapitalizm ile yeni sistem arasında bir düşmanlık potansiyeli oluşmasını önleyecektir. Türkiye bu sistemi komşu ülkelere/bölgelere (Ortadoğu ve Afrika) ihraç edip oralardaki koordinasyonuna katılabilir.

İnsanların eskisine nazaran daha az çalıştığı onbeş yıl sonrasının Türkiye'sinde başta internet medyası, radyo ve televizyon olmak üzere, kültür endüstrisinde büyük bir atılım yapmış olabilir. Paylaşılan ortak kültür, ülkenin her yanında ve komşu ülkelerde kültürel çeşitliliğe önemli katkıda bulunarak, yeni/yoğun bir kültür havzasının doğmasına neden olabilir. Paralel ekonominin ve onun başarılarının da desteğiyle Türkiye'nin etrafında geniş bir barış havzası oluşabilir. Onbeş yıl sonrasının Türkiye'sinde bu konu önemli bir gündem maddesi olabilir. İnsanlar kültürün, tekniğin, bilginin, sanatın her türüne daha çok ilgi göstereceklerdir, çünkü daha az seyahat edebileceklerdir, daha çok zamanları olacaktır ve hayatın temposu eskisi kadar hızlı olmayacaktır. Yeni bir tür refah yaygınlaşacak, temel gereksinimler sağlanmış olacktır. Özel otomobillerin ve petrolün azalması, toplu taşımacılığın esas alınması ve hava ulaşımının pahalılanması nedeniyle insanlar, kendi bölgelerinde daha fazla zaman geçireceklerdir. Bunun bir yansıması olarak Türk şehirlerinin şekilsiz beton kültüründen kurtulmaya başlayacağı da söylenebilir. (İstanbul depremi, sadece değişimin ve yeni ekonominin ciddiye alınmasının başlangıç tarihi olmakla kalmayıp, aynı zamanda ihale/rant ve 'beton kültürü' sistemini kesin olarak bitirebilir)

Türkiye, ülke etrafında yaşanacak çeşitli savaşlar ve ekonomik çöküntüler nedeniyle hem göç alabilir, hem de yeni ekonomi, yeni enerjiler ve kültür üzerinden yakınlaştığı bazı ülkelerle arasındaki sınırları kaldırabilir. Türkiye'nin göç alacağı ilk bölge savaş nedeniyle Kuzey Irak, ekonomik nedenlerle de Ermenistan, Gürcistan ve Bulgaristan, İslami rejimin muhtemelen sona ereceği İran olabilir. Kuzey Irak ve Ermenistan'la, daha sonra -İran hariç İsrail dahil- diğer komşularla sınırların kaldırılması, onbeş yıl sonra gündemde olabilir.

Türkiye'nin AB'ye üye olması veya olmaması, AB'nin önemini yitirmesiyle on yıla kadar anlamsızlaşmış olabilir. AB varlığının devam etmesi halinde Türkiye, on yıl sonra AB üyesi olmuş da olabilir. Ama AB herhalde farklı bir AB olacaktır ve katılımın ekonomik getirisinden çok siyasi getirisi önemli olacaktır -Türkiye'nin Avrupa ve Doğudaki prestijini artıracaktır. Ama Türkiye için Almanya, -iki halkın kısmen akrabalık kurduğu- Avrupa'daki en yakın müttefik olmayı sürdürecektir. Özellikle yeni ekonomi ve yeni enerjiler konusunda, muhtemelen savunma ve enerji güvenliği konusunda ve Avrupa ile ilişkiler konusunda Almanya ve Türkiye birbirine çok yakın olmayı sürdürecektir.

On yıl sonra ABD'nin kendi iç savaşıyla, Çin'in de rejimi değiştirmek isteyen muhalif güçleri bastırmakla meşgul olduğu bir dünyada yaşıyor olabiliriz. Eğer bütün dünyayı etkilemiş global bir enerji savaşından çıkılmışsa -ki bu savaş ihtimali 2010 ile 2015 yılları arasında (2012 Aralık ayı merkezli) bir zamana konumlandırılmaktadır (savaşın olmaması için herşey yapılmalı, çıkarsa Türkiye bu savaşın mutlaka dışında kalmış olmalıdır) ve bu savaştan en çok Rusya, Çin, Doğu Avrupa ve ABD zarar görebilir. Rusya ekonomisi, (ayrıca yeni enerji biçimlerinin yaygınlaşmaya başlamasıyla da) tamamen çökmüş veya çökmeye yakın olabilir. Bazı özerk bölgeler Rusya'dan ayrılmış olabilirler. Orta Asya cumhuriyetleri Rus etkisinden iyice uzaklaşmış, Türkiye ve Japonya ile sağlam ilişkiler kurmuş olabilirler. BRIC ülkelerinden (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin) sadece Hindistan, görece ekonomik refaha sahip olabilir. Türkiye böyle bir dünyada bir yandan Akdeniz Birliğinin oluşturulmasında ve onun için Sahra çölünden (ayrıca Kıbrıs ve Güney Anadolu'dan) elde edilecek güneş elektriğiyle yeni ekonominin geniş bölgelerde kurulmasında önemli bir rol üslenebilir ve sağlam ittifaklar kurmuş olabilir. Benzeri bir ittifakı, Rus etkisinin gerilediği Karadeniz'de kurabilir. Küresel ısınmanın artmasını bir avantaja çevirerek, özellikle güney Anadolu'yu bir enerji merkezi haline getirebilir ve elitist demokratik sisteminin yardımıyla etkin/hızlı kararlar alabilir ve sofistike teknolojiler geliştirebilir. Kendi kendine fazlasıyla yeten, tüketici olmayan yeni bir tür refah kurup bundan bütün vatandaşlarının ve çevresindeki havzalarının yararlanmasını sağlayabilir. Bu, bir damla su ve yiyecek için savaşın eşiğine gelecek ülkelerle kıyaslandığında çok önemli bir pozisyondur. Bütün bu hengamede Asya'da, kendi içinde sosyal-homojen ve en az sosyal sorunla karşılaşacak olan Japonya yükselecektir. Doğunun yükselecek merkezi gücü Japonya ile çok yoğun ilişkiler (önce teknik ve kültürel alan olmak üzere) geliştirilebilir, sağlam bir müttefiklik ilişkisi kurabilir.


On yıl sonra Türk ordusu, gene bölgenin en büyük konvensiyonel ordusu olmayı sürdürmekle birlikte, zamanın ruhuna uygun yeni bir tür gölge ordu ile yeni savaş yöntemlerini geliştirip deniyor olabilir. Yeni savaş yöntemleri, (büyük savaşın ardından) tamamen değişmiş, şimdi hayal edilemeyecek (anlatması güç) bir türe dönüşmüş olabilir. Geleceğin savaşları elbette çok farklı silah ve yöntemlerle yapılacak ve yıkıcı savaşlar ve kitle imha silahları ortadan kaldırılacak olmalıdır. On yıl sonra PKK, ülkeye entegre olmuş bir tür yerel milis haline gelebilir ve varlığını sadece sembolik bir şekilde sürdürebilir. Hatta Türk ordusuna eklemlenmesi sürpriz olmaz. Yerel yönetimlerin güçlendiği, dil ve kültürel özelliklerin tamamen serbest olduğu, Kuzey Irak'la sınırların kaldırıldığı, etno-kültürel kimlikçi paradigmanın değiştiği yeni dönemde PKK gibi silahlı bir gücün bugünkü şekilde varlığını sürdürmesinin zaten bir anlamı kalmayacaktır.