Colin Crouch / Neden bir post-demokrasi'de yaşamaktayız?


Bir kitle demokrasisi sadece, her zaman belli partileri seçen temel seçmen gruplarının olduğu ve en önemli sorunların bu demokrasi platformunda çözülebildiği bir atmosferde işler. Günümüzde bu iki koşul da ortadan kalkmak üzere. Partiler arasında sahici farkları bulmak, giderek zorlaşıyor ve milli/ulusal (national) platform -yani demokrasinin temel platformu- önemini yitiriyor.

20'inci Yüzyılda kitle demokrasilerilerinin ortaya çıkmasını sağlayan sosyal zümreler, günümüzün gelişmiş ülkelerinde anlamlarını yitirdiler. Bu da, post-endüstriyel toplumlardaki yeni alt ve orta tabakaların henüz kendilerine özgü siyasi kanallar ve kurumlar olşturmamış olduklarını gösteriyor. Partiler, fark gözetmeksizin bütün potansiyel seçmenleri temsil etmeye çalışıyorlar. İdeolojik ve sınıfsal çıkarlarla ilgili farklılıklar asgariye indirgeniyor ve seçim propagandaları, rakiplerinden daha becerikli olduğunu iddia eden parti önderlerinin kişisel özellikleri bazında yürütülüyor.

Böylece seçim kampanyaları, mal ve hizmet satış reklamlarına benziyor. Politikacılar seçmenlerini, 'vatandaş' değil "müşteri" gibi algılıyor. Politikacılar, toplumdan bağımsız, birbirini kayıran siyasi bir sınıf haline geliyor. Onlarla yakın ilişki içinde olanlar da, tıpkı onlar gibi halktan uzak yaşayan büyük firma şefleri sadece. Politikacılar, çokuluslu firmalara iki koldan bağımlılar. Birincisi: Firmalar yatırım yapıyor ve siyasilere ekonomik başarı getiriyor. İkincisi: Partilere kaynak sağlıyorlar. Firmalar da politikacılardan, firma çıkarlarına uygun politika ve icraatler bekliyorlar. Bu denklemde demokratik yapı varlığını sürdürmekle birlikte, partiler arası siyasi mücadelenin toplumsal temeli ortadan kalkıyor. Nihayet, demokrasilerde irade oluşturulan alan daralmış oluyor. Sözkonusu modeli ABD'de bariz bir şekilde görüyoruz.

Demokrasi bu sorunları milli/ulusal seviyede yaşadığından, siyasi yönetimlerin global seviyedeki demokratik kalitesini korumak iyice zorlaşıyor. Ulusal model, kamusal emtianın/malların aynı ulusal seviyede paylaşımı varsayımından yola çıkıyor. Ama küresel ısınma gibi varoluşsal sorunlar, sadece global siyasi kurumlar tarafından ele alınabilirler. Mesela Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası vs. Global siyasi kurum çok. Ama onların demokratik kaliteleri eksik. Söz konusu global kurumların üyesi milli/ulusal hükümetler arsında demokratik olanlar var. Ama dünya nüfusunun çoğunluğu demokrasilerde yaşamıyor. Bu kurumları ilgilendiren global sorunlar, tek tek ülkelerin milli/ulasal platformda pek dile getirilmiyor. Biz sıradan insanlar, global bazda neler yaşandığını pek anlamıyoruz. Ama hepsini anlayanlar, çok uluslu şirketler. Bu durumda, uluslararası karar ve koşulları ya kendilerine göre düzenleyecekler, ya da enerjik aktörler olmayı sürdürecekler. Firmaların kontrolünde çok hızlı ilerleyen teknolojik gelişme sayesinde ürün normlarını bizzat kendileri koyuyorlar. Diplomatik açıdan, süreç çok hızlı işliyor. Uluslararası anlaşmalar söz konusu olduğunda da konuyu gündeme getirenler, sadece çok uluslu firmalar oluyor.

Dev firmalar yalnız ekonomik alanda değil, siyasi alanda da en önemli aktörler haline geliyorlar. Ve siyasi pozisyonlarının kötü sonuçlarına katlanmıyor, sorumluluğunu taşımıyorlar. Çünkü hükümetler ve siyasi partiler, demokratik toplumun (teorik olarak) tek meşru siyaset mercii olmayı sürdürüyorlar. Bir hata yapılınca siyasiler suçlu oluyor. Ama işler iyi giderse firmalar kâr ediyor. Yaşanan Amerikan mali krizi bunu açıkça gösterdi. Belki, "gizli" siyasi aktörlerin, yani firmaların rolü değişir. Siyasette giderek daha büyük bir rol oynuyorlar. Corporate Social Responsibility (Ortak sosyal sorumluluk) kavramı ile, hukuki kesinliği olmayan belli bir sosyal sorumluluğu kendiliğinden üsleniyorlar. Asıl amaç, yeni müşteriler kazanmak ve böylece firma imajını korumak olsa da, Corporate Responsibility etkinlikleri, ne ekonomiyle ne de piyasaya kolaylıklarıyla ilgili. Bunlar, sosyal ve siyasi kararlar.

Özellikle Üçüncü Dünyada -hükümetlerin demokratik olmadığı ve birkaç ailenin ve hakim bir elitin çıkarlarına hizmet ettiği yerlerde- INGO'lar (Uluslararası NGO'lar), iş veya çevre sorunlarıyla ilgili taleplerini hükümetlere değil, bu ülkelere yatırım yapan çokuluslu firmalara iletiyorlar. Yardım etmemeleri halinde bu firmaları zengin ülkelerdeki müşterilerinin gözünden düşürüp utandırmayı hedefliyorlar (Hükümetler utanmıyor). Global platformda da büyük firmalarla INGO'lar giderek daha aktif siyasi aktörler haline geliyorlar.

Politize olmuş büyük firmalar ve NGO'lar, politikanın görevini üslenerek, milli/ulusal postdemokrasinin ve eksikliği hissedilen global demokrasinin sorunları çözülebilir mi? Sanmıyorum. Bu yeni politika demokratik değil. Büyük firmaların gücü ile yokluk içinde çalışan küçük organizasyonlar arasında büyük bir eşitsizlik var. Burada gene de, normal politikada pek görülmeyen bir canlılık ve yenilik söz konusu. Ve eğer birgün, gelişmekte olan ülkelerde NGO'ların, sorunları hükümetlerle değil de firmalarla konuşmaları gerektiğine karar verirsek, işte o zaman postdemokraside "yaşadığımızı" anlayacağız!

Colin Crouch, Oxfort Üniversitesi Profesörü, soyolog. "Post-Democracy" (Oxford 2004) kitabının yazarı.
Kulturaustausch III/2008