Bir sonraki Dolar krizi

Günlük yaşam felsefesinin reklamcılara terk edildiği günümüzde, 'anı yaşa' klişesinin hâlâ iş yaptığı bir atmosferde, finans krizi tehlikesine dikkat çekmek hiç de kolay olmasa gerek. 2007 yaz aylarında dünya piyasalarını sallayan mortgage krizini unutup ânı yaşayanlar olabilir, ama düşük yoğunluklu mali kriz devam ediyor. Daha önemlisi, durum, 'sonuncu' dolar krizinden bahsetmeye müsait. Bu bağlamda, sıcak para, yüksek faiz ve yüksek cari açık arasında
gezinen Türk ekonomisinin nasıl tehlikeli sularda seyrettiğini IMF dahil birçok kurum ve kişi dile getiriyor.

Klasik anlamda kapital/para birikimi iki şekilde sağlanıyor. Bir: Ücretli işin işveren tarafından 'kullanılması' ile. -Ki eski sol jargondaki adıyla 'sömürü' demektir. İki: Birinci yoldan elde edilen paraya daha çok para kazandırılması ile. Bu yönteme de kısaca 'faiz' yöntemi diyebiliriz. İkinci yöntemin birinciye dayanması (yani paranın üretim/ücretli iş alanında karşılığının olması), kapitalizmin olağan/sağlıklı hali sayılmaktadır. İkinci yöntemin birinciden tamamen koparak kapitalin sadece varsayımlar ve hayallerde yaşayıp çoğalması haline Marx, 'fiktif/itibari kapital' (fiktives Kapital) demekteydi ('Das Kapital' C.3, S.483). Günümüzde, dozu katlanarak artan bir fiktif kapital krizi yaşanmaktadır.

Kapitalist sistemin ortaya çıktığı 17'nci yüzyılın ilk çeyreğinden, 1971'e kadar gelen süreçte, sırasıyla, Hollanda Guldeni, Britanya Sterlini ve nihayet Amerikan Doları, dünyanın anahtar para birimleri oldular. Bu üç para birimi de altına, dolaylı olarak da ücretli işe ve mal/metaya endeksliydi. 1944 Bretton Woods anlaşması ile anahtar para birimi haline gelen dolar de altın endeksine bağlı olmasına rağmen başkan Richard Nixon tarafından altına endeksli duruma 1971'de son verilmiştir. Gerekçesi, dünyada altınla ölçülemeyecek kadar çok Amerikan Doları'nın dolaşmakta olması ve dolara ilginin çığ gibi büyümesiydi. Sistemin sınırsız kâr/büyüme/ilerleme mantığının bir gereği olan bu absürd durumdan vazife çıkaran Amerikan darphanesi o tarihten itibaren, 'ihtiyaca' göre dolar basmıştır. Günümüz itibarıyla bastığı her dolar banknotunun yaklaşık dört cent'e (üç Yeni Kuruşa) malolduğu biliniyor.

Sistemin kalıcı işsizlik ve ekonomik çölleşme (kategorik) sorununlarından sonra şimdi de sanal para sorunu, sistemi vurmak üzeredir. Sadece bilgisayar ekranlarında varolan ve hiçbir maddi karşılığı bulunmayan akıllara seza miktarlardaki para hayallerinden büyük bir ihtimalle -en geç 2009 yılında- kan ter içinde uyanılacaktır.

Altını terk edip giderek fiktif bir para birimi haline gelen Amerikan Doları, diğer para birimlerini de hayal mecrasına sürüklemiştir. Dolara olan güvenin günümüze dek sürmesinin baş nedeni, ABD'ye olan güvendi. ABD, bu güveni tamamen yitirmiştir.

Son on beş yılda iyice belirginleştiği üzere, modernleşmek için eskisi gibi mutlaka ABD ve/veya Batı ülkelerinin örnek alınması ve onların öncü yardımı artık gerekmemektedir. 'Gelişme/ilerleme' kavramlarının yeniden tarif edilmeleri şart. Eski anlamda 'ilerleme' denen yolun (yani bol üretim/tüketim, modernleşme ve endüstrileşme yolunun) doğrudan küresel ısınmaya çıktığı anlaşılmıştır.Bu gerçek bir yana, eskinin yaygın inancına, diyalektik tarihi materyalist anlayışa uygun linear/çizgisel 'ilerleme' de artık söz konusu değildir. İletişim araçları ve hızlı bilgi transferi sayesinde ilerleme, ABD'yi ve Batılı ülkeleri griden izlemiyor. 'İlerleme', ABD ve Batılı ülkelerle birlikte, onlara paralel (ama segmenter) bir şekilde işliyor. Ülkelerin bir şehri veya bölgesi paralel gelişirken, başka bir bölgesinde ekonomik çölleşme ve açlık olabiliyor (segmenter gelişme). ABD, dünyaya politika dikte edebilecek, trend oluşturabilecek ekonomik enstrümanlara artık sahip değil. En önemlisi, ABD, globalleşme döneminde, dünyaya bir şeyleri dayatabileceği ve güven unsuru olan son enstrümanı Amerikan ordusu kozunu da yitirmiş bulunuyor. Amerikan ordusu, Afganistan ve Irak'taki postmodern savaşa hem 1.6 trilyon dolar harcamış hem de yenilmiştir.

Amerikan ekonomisinin fiktif bir para birimiyle çökmeden otuz küsur yıldır yaşayabilmesinin baş nedeni, dolara ve Amerikan ekonomisine olan güven faktörü idiyse, pratik nedeni de tüm bu fiktif para trafiğinin ABD üzerinden yapılmasıydı, yani fiktif paranın ABD'ye hem girişinin hem de çıkışının olmasıydı. Bu trafik şimdi esasen tek taraflı işlemektedir ve ABD'ye her gün ortalama iki milyar dolar para girişi olmaktadır. Gelen paranın çoğu Çin'den geliyor ve Amerikan devlet tahvillerine yatırılıyor. Böylece Amerikan Doları, reel değerinin çok üzerinde tutulmuş oluyor. Şimdi sorun, bu yapay durumun hızla sürdürülemez hale gelmekte olmasıdır. Çinliler, sürekli düşen Dolara eskisi kadar ilgi göstermiyor, yatırım yapmak istemiyorlar. Çin, Rusya gibi büyük ülkelerin yanı sıra önemli petrol ülkeleri de, ticaretlerini ve paralarını dolara endekslemekten vazgeçiyorlar.

Doların sürekli düşüşünde Bush yönetiminin de parmağı olduğu kesin. Borç açığı 2007'de 13.3 trilyon dolara ulaşan ABD, doların değerini düşük tutarak Amerika'nın borç dağlarının biraz daha küçük göstermeyi hedefliyor olabilir. Ama aynı Bush hükümeti, bazı önlemler alarak doların düşüşünü yavaşlatabilir, doların çöküşünü geciktirebilir. Aynı şekilde Çin de yuanın değerini biraz daha yükseltip, avronun yanında ikinci anahtar dünya parası olmaya hazırlayabilir. Sistem çökmediği takdirde bunu er geç yapmak zorundadır. Böylece Gulden, Sterlin ve Dolardan sonra ilk kez bir Asya para biriminin anahtar para birimi olması büyük bir olasılıktır.

Dünya finans sistemi çökmeyip reforme edilebilirse, bu büyük değişim er geç olacaktır. Dolar düşmeye devam eder ve global ekonominin uyum sağlayamayacağı kritik eşik aşılırsa, dolardan hızlı bir kaçış başlayabilir. Sadece Çin'in 1.4 trilyon dolarlık rezervinin bir kısmını başka bir para birimine çevirmeye kalkması bile tam bir felaket olur. Kısacası: Reklamcıların, 'ilerleme' takıntılı 'ânı yaşa' felsefelerine kulak asmamak şimdi çok önemli. Sıcak para/faiz dağlarıyla kurulan 'ilerleme' hayallerinden de bir an evvel uyanmak gerekiyor. O dağlara kar yağmak üzere.

Dişi Tanrıça Amaterasu ve dişi hükümdar Himiko

Göğün Tanrısı İzanagi'nin sol gözünden doğan Tanrıça Amaterasu, Kyushu adasını sulayan bir nehirde yıkanıp, üzerine ölüler ülkesinden bulaşmış her türlü kirinden arındıktan sonra dünyadaki yaşamına başlar. Amaterasu ve erkek kardeşi Susanoo no Mikoto, zamanı gelince, Göğün hükümdarlığını babaları İzanagi'den devralacaklardır.
Amaterasu'nun kardeşi Susanoo, yeryüzünde yaşam sınavında pek başarılı değildir. Şımarık bir çocuk gibi davranmaya başlayıp, abukluklarıyla ablasını iyice bezdirir. Günün birinde bir at leşini dokuma tezgahında oturan Amaterasu'nun önüne attırıp, Tanrıçanın kadın hizmetkarlarından birkaçını öldürmesi, bardağı taşıran son damla olur. Güneşlere eş Tanrıça buna öyle bozulur, öyle kızar ki, kendini Ame No İwa Ya mağrasına kapatır. Bunun üzerine dünyayı bir karanlık, bir karamsarlık basar. Seksen Tanrı, tüm çabalarına rağmen Amaterasu'yu o mağradan çıkarmanın yolunu bulamaz. Son çare olarak, neşe, kahkaha ve bereket Tanrıçası Ama No Uzume'ye başvururlar. Neşeli tanrıça, kapısı kocaman bir kayayla kapalı mağranın önünde, öyle abartılı öyle erotik bir dans gösterisi yapar ki, herkes dikkat kesilir. Şinto inancının törensel ilk Kagura dansı sayılan bu gösteri çok garipsenir ve seyreden tüm Tanrılar bir yerden sonra bu saçmalığa kahkahalarla gülmeye başlarlar.

Amaterasu, neden olduğu karanlığa rağmen herkesin nasıl olup da güldüğünü merak eder ve mağranın kaya kapısını aralayıp dışarıya baktığında birden kendini görür. Tanrılar yüzüne bir ayna tutmuşlardır. Aynanada kendine bakan pırıl pırıl güzel kadını hemen tanıyamayıp hışımla dışarı çıkan Amaterasu, mağaraya geri dönemez. Tanrılar, kapı önüne sıralanmışlardır. Amaterasu'nun yeniden mağraya dönmesini engellerler. Amaterasu ile birlikte dünya ve ruhlar yeniden aydınlanır.

Çin kaynaklarında adıyla hitab edilen ilk Japon hükümdarı Himiko'nun hikayesi de Amaterasu'nun hikayesine benzer. Himiko da bir kadındır. Kuzey Asya'dan gelen ve bir tür Ural-Altay dili konuşan savaşçı halktan mı, yoksa onlardan onbinlerce yıl öncesinden beri Japon adaları Hokkaido, Honshu, Shikoku, Kyushu ve diğerlerine yerleşik yaşayan Ainu halkından biri mi olduğu bilinmiyor. Himiko'nun Kore kökenli olup olmadığı sorusu, yakın zamana kadar pek hoş karşılanmıyordu. 1989'da Tenno Showa'nın (Hirohito) ölümünden sonra tahta çıkan Tenno Akihito, Koreli atalarının da olabileceğini 2002'de kabul etti. Böylece Japon resmi tarihi, en yetkili kişi (Göğün Oğlu / İmparator) Tenno tarafindan revide edilmiş oldu. En çok kabul gören tarihi gerçek, aynı zamanda dinî bir önder olan Yamatai hükümdarı güzel Himiko'nun bir Ainu olmadığı yönünde. Himiko, anlaşılan bir kamdı. Çinliler tarfından, 'Halkını büyüleyebilen dişi kam ve hükümdar' sıfatıyla Çin kayıtlarına geçirilmiştir.

Yetmiş küsür yıl süren bir savaşın ardından, birbirinden yirmi-otuz kilometre uzaklıktaki 32 yerleşim birimi (kuni) tarafından başkan seçilen Himiko, üçyüz kilometrekarelik bir bölgenin hükümdarı ilan edilir edilmez 238 yılında Çin imparatoruna elçilerini gönderir. Japonya'nın adı bilinen bu ilk hükümdarı, Wei hanedanına mensup Çin imparatoruna, Çin ile ticaret yapmak istediğini, Çin'den birşeyler öğrenmek istediğini bildirip bir de cizye göndermiştir. Bu inceliğine karşılık, hükümdarlığı Çin imparatoru tarfından tanınmıştır. Wei hükümdarı, Japonların kadın hükümdarına, hediye olarak yüz adet bronz tabak gönderir.

Himiko, Amaterasu gibi hiç evlenmedi ve gözlerden uzak, yüksek kuleleri olan bir saraya kapanarak bin kadın hizmetkarıyla birlikte gözlerden uzak yaşadı. Sarayı, silahlı yüz erkek muhafız tarafından korunuyordu ve sarayın içine, erkek kardeşi dışında hiçbir erkeğin girmesine izin verilmiyordu.

Japonlar, Japon hükümdarlığının tarihini Tanrıça Amaterasu'ya dayandırıyorlar ve bu tarih, Himiko'dan pek bahsetmiyor. Tanrıçanın kardeşi Susanoo, abukluklarının cezası olarak yeryüzünde kalmaya ve orada hükmetmeye mahkum edilir. Bir zaman sonra Amaterasu, dünyadaki düzeni kontrol amacıyla ilk Japon Tennosu Jimmu'nun büyük dedesi Ninigi No Mikoto'yu yeryüzüne gönderir. Ninigi, Amaterasu'nun torunu sayılmaktadır ve tüm Japon savaşçıların atası olarak geldiği Japonya'da Susanoo'dan hükümdarlığı ister. Susanoo, itiraz eder. Ninigi aynı zamanda usta bir diplomat olduğundan, Susanoo'nun tehditlerine kulak asmaz ve savaşa meydan vermeden yeryüzünün hükümdarlığını Susanoo'dan devralır. Ninigi daha sonra, ejderler hükümdarının kızıyla evlenir ve bu evlilikten Japon nesli ortaya çıkar. İlk Tenno Jimmu, Ninigi'nin torunununun torunlarından biridir ve M.Ö. 711 yılının Ocak ayı başında doğmuştur.

Amaterasu'nun evi (ana tapınağı) İse adasında, Japonya'nın eski başkenti Kyoto yakınlarında bulunmaktadır. Ev, Japon kültürünün göçebe kökenine atıfta bulunurcasına her yirmi yılda bir yıkılıp yeniden inşa edilmektedir. Amaterasu'nun aynası, Tanrıçanın işareti ve sembolü olarak İse'deki evinde korunmaktadır.
Diğer Japonya yazıları için bakınız:
serujuku.blogspot.com

2008-2024 Parametreleri ışığında 'Dönüşüm' hakında

Mevlânâ Hazretleri'ne Ermeni Kilisesi'nde tekabül eden kişi Van Gölü'nün güneydoğusunda Nareg köyündeki manastırda yaşamış olan Aziz Krikor Naregatsi'dir. O da dogmayı aşmıştır. Ve büyük bir insani sevgiyle dolmuş olan büyük bir mistiktir. Van'ın çıkardığı en önemli insandır bana göre. Aziz Krikor Naregatsi de aynı Mevlânâ Celaleddin-i Rumî gibi evrensel insandan söz ederek, "Ben herkesim" der. İnsanın duasının, Allah'ın nezdinde hoş kokulu bir günlük gibi kabul olunacağından bahseder.

Mesrob II

Mesrob Minas Mutafyan
(Din Adamı/Entellektüel)



2003 yılı ortasından itibaren belirtilerini gösteren, 2005 yılında ilk önemli karakter işaretlerini veren yeni dönem, 2008 yılından itibaren başlayacak gibi görünmektedir. Bu yazıyı yazarken danıştığımız astroloji uzmanı dostlarımızın da özellikle vurguladıkları üzere, Türkiye'deki yeni sürecin kalitelerini incelerken, önce 2005-2008 dönemine kısaca bakmak gerekiyor. Bu dönem, gelecek hakkında önemli ipuçları veriyor. Politik açıdan (en kaba hatlarıyla) AKP yönetiminin iktidar olmak çabalarına denk gelen bu dönem, çok daha önemli bir siyasal/sosyal dönüşümün, giderek belirginleşen daha derin bir değişimin hazırlık dönemine tekabül ediyor. Burada sözünü ettiğimiz dönüşümler, modernizmin son fikir ürünlerinden (ortodoks/klasik) Marksizmin çok sevdiği “devrim” sözüne indirgenmek zorunda değil. Bu yazıdaki 'değişim' ve 'dönüşüm' kavramları, dönüşüm kitabı 'Yi Çing'de gösterildiği ve ima edildiği anlamda kullanılmıştır. (1)


Klasik Marksistler, artık dünyada bulunmayan bir "kapitalist toplum" şablonunu konuştukları halde ciddiye alınmak gibi bir lükse sahipler. (Bunu Marx'ın geçerli olmayı sürdüren köklü/kategorik kapitalizm eleştirisine ve saygın kişiliğine borçlu olduklarını unutmasınlar) Marx'ın kapitalist sistemi artık hiç germeyen eskimiş/geçersiz teorilerini savunmaya devam etmek yerine, Marx'ın yaşayan antikapitalist teorileriyle ilgilenmeleri gerekir. (İlgilenmiyorlar, çünkü kapitalist toplumun bir parçası, modern fikir/kültür üreticisi/tüketicisi küçük burjuvalar olarak kallmayı tercih ediyorlar. Bu tercihte, kapitalizmden başka/üstün bir sosyal düzenin olamayacağı, kapitalizmin kadir-i mutlak “olabilecek en iyi” düzen olduğu gizli batıl inancının yattığını da unutmamak gerekiyor)

Yeni döneme giden en büyük hazırlık, hayata sadece rasyonel/maddesel yandan bakan yaklaşımların hızla yıpranması ve tarihin bu en maddeci devriyle birlikte, onun kökeninde yatan kapitalizmin sorgulanması ile olmuştur. Kapitalizmin en mükemmel (global?) sistem olduğu batıl inancına holding patronlarının bile inanmayacağı bir döneme girmekteyiz. Tabii değişim bundan ibaret değil. Dogmaların sarsılacağı, şimdiye dek kemikleşip donmuş ideolojilerin (resmi ideolojilerin) ve ondan beslenen siyasi/sosyal yapılanmaların -geri dönmemek üzere- çökeceği bir dönemden söz ediyoruz. Klasik Marksizmin durumunu, bir (karikatür) örnek olarak verebiliriz.

K
lasik Marksistlerin konuştukları hayali toplumda proleterya “tarihin itici gücü” olmayı sürdürüyor... (Marx yüz yıl önce öyle yazmış, şimdi savunmamak olmaz!) Tarih de otomatik pilota takmış düz bir çizgi üzerinde ilkel komünal toplumdan (?!) sosyalist topluma, oradan komünist topluma doğru ilerliyor. (Tarihi Materyalizm) Ama toplumsal sistemler sırayla yaşanmak zorundalar! İlkel komünal toplumdan sonra mutlaka köleci toplum gelecek, sonra feodalizm, sonra kapitalizm. Sırayı şaşmak olmaz! (2) Benzeri şeyleri, Jöntürk orijinli asker/sivil bürokrasinin Kemalizm ideolojisi için, diğer bil-umum (makro) milliyetçilikler ve azınlık ırkçısı mikro milliyetçiler için de söyleyebiliriz. Kapitalizm kökenli bu ideoloji veya ideolojicikler, tam bir çöküş yaşayacaklardır. Yeni döneme uyum sağlamak, çöküşlerin ardında depresif BOŞLUKların kalmaması açısından önemlidir.

2008'den itibaren giderek daha çok hissedilerek yaşanacak dönemin en önemli karakteri, global bir dayanışmadan yola çıkarak başlayan bir süreçte, toplumların yeniden orijinal sosyal/kültürel değerler yaratmaya başlayacakları bir mecraya girecek olmalarıdır. Toplumları aynı şablonlara tıkmaya kalkan zihniyet (klasik Marksistlerin de dahil olduğu modern/rasyonel düşünce biçimi) giderek terkedilecektir. (Fakat kapitalizmin aşılması mecraına girene kadar global tepki tavrı çok önemli olacaktır)


Bu şartlar altında, hurafelerin yükseleceğini sanan betonarme rasyonalcilerin tahmini doğru çıkacaktır! (Çünkü gelişmeleri açıklayamayacaklar ve hurafe sanacaklar!) Ama onların gözünde hurafe gibi görünen şeyler, çok konuşanların rasyonel tartışmalarından çıkan sonuçlardan daha geçek ve daha doğru çıkacaktır. (Denenerek/sınanarak anlaşılacaktır) Bunun yerel bazda yansıması da şöyle olacaktır: Üniversitede beynine çakılmış sığ rasyonel kriterlerden başka kuş tanımayan ve kullandığı o mekanik düşünce/dil kalıpları dahilinde “her şeyi konuşabileceğini” (ve açıklayabileceğini!) sanan “sürüsepet rasyonel aydınlar” devri kapanacaktır. Konuların KONUŞULMAYAN mistik/ruhani/anlamlı bir yanı olacaktır. Chuang Tzu'nun deyimiyle “Bilen konuşmaz, çok konuşan bilmez” (3) sözünün hakkını veren insanlar çoğalacaktır. Yani, eskisi kadar çok konuşulmayacaktır, ama eskisinden çok daha fazla düşünülecek, anlaşılacak ve hissedilecektir. Ortada ne döndüğünü tartışan ama anlayamayan, anlayamadığı için de her hafta başka bir fikir savunan yazı/laf “işçisi” küçük burjuvaların depresyondan depresyona koşacağı bir dönem geliyor. Bunlar dikkat çekerek varlıklarını sürdürebileceklerini sanıyorlar. (Halk tarafından reddedileceklerdir) Onların hezeyanlarına karşı dikkatli olmak ve ortalığı velveleye vermelerine engel olmak önem kazanacaktır.

Siyasi anlamda, hem Müslüman hem abdestli süper faizci AKP ve onun rantiyeci asfalt/beton tüccarlarını çok acı bir son bekliyor. Kadınların başörtüsü konusunda çok hassaslar. Erkeklerin faizi konusunda ise çok vurdumduymazlar. O konuya hiç girmiyorlar. İslami "hassasiyetleri" buraya kadar! Başörtüsünün nasıl olması gerektiği Kutsal Kur'an'da yazmıyor. Ama faizin ne olduğu ve kesinlikle yasak olduğu -hem de birkaç yerde birden- yazıyor. Sadece Bakara Suresi'nde aynen şöyle deniyor:
"Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların, "Alış veriş de faiz gibidir" demelerinden dolayıdır. Oysa Allah alışverişi helal, faizi haram kılmıştır. Bundan böyle kime Rabbinden bir öğüt gelir de (o öğüte uyarak) faizden vazgeçerse, artık önceden aldığı onun olur. Durumu da Allah'a kalmıştır. Kim tekrar (faize) dönerse, işte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedi kalacaklardır." " Allah, faiz malını mahveder, sadakaları ise artırır (bereketlendirir). Allah hiçbir günahkâr nankörü sevmez" (4)

Eğer neoliberal vahşi kapitalizmin Türkiye temsilcileri, "Su böyle denizlere akıp giderse bunun insana faydası var mı" türünden 19'uncu yüzyıl tipi dünya/doğa talancısı düz mantığını fikir niyetine ifade etmeyi sürdürür, "Mahlukatın Rızkı" diye birşey olduğunu hatırlamazlarsa ve Allah'ın sadece İnsanı değil, diğer mahlukatı da yarattığını ve suların sadece kapitalistler kirletsin, şehirliler tüketsin diye varolmadığını hatırlamazlarsa, para/pul uğruna kurdun-kuşun rızkına el koymaktan vazgeçmezlerse, şimdi hayalini bile kuramayacakları durumlara düşeceklerdir (ve tabii DSP gibi biteceklerdir). Bunun ilk işaretlerini bizzat Başbakan, insanın aklını durduran "ifadeleri" ile vermektedir. Böyle bir zihniyetin önümüzdeki dönemde varolması mümkün değildir. Türkiye'nin müreffeh ve örnek bir ülke olması için, müsrifliği aynen sürdürmek bazında nehirlerini/göllerini kurutması, "atmosferi en hızlı kirleten ülke" sıfatını sırtında taşımaya devam etmesi, "dünyanın en faizci ülkesi"nin Müslüman Türkiye olarak tanınmasına gerek yoktur. Osmanlı, atmosferi kirleterek, faizcilik şampiyonluğu yaparak dünyaya örnek olmadı. Kendine özgü bir sistem kurarak, yeni bir çekim merkezi haline gelerek dünyaya örnek oldu. (Yoksa o kadar geniş alanları sadece kılıçla bir arada tutmak mümkün değildir) AKP, vahşi kapitalizmden başka çözümlere de kafa yorsa iyi olacak, yoksa güvendiği faiz dağlarına fena halde kar yağacak!


  1. Yi Çing, bilinen en eski kehanet sisteminin yardımcı kitabıdır. Çinliler, kitabın ve öğretinin tarihini, İlk Çin imparatoru Fu Hsi'ye kadar uzatıyorlar. Fakat özünde yatan kaplumbağa (kabuğu) kültü ve kitabın kurgu tarzına bakarak göçebe/kam kökenli bir sezgi sistemi olduğunu söyleyebiliriz. Kitabın Çin'deki bilinen tarihi Shang hanedanlığı döneminde (MÖ 1500-1050) başlıyor. Kitapta, kamların bazı tekniklerini (de içeren) özgün bir ifade tarzıyla hegzagram açıklamaları vardır ve tabii Yi Çing'i kuru kitap niyetine okumaya kalkanlar için hiçbir anlam ifade etmez. Bkz. Richard Wilhelm'in 1924 çevirisi. “I Ging” Münih 1971



  2. Bilindiği gibi, bu saçmalığa dayanarak, (milli/ulusal!) kapitalizmin feodalizmden daha ilerici olduğunun teorisini yapan ve MDD (Milli Demokratik Devrim) ile önce kapitalizmi kurmaya kalkan “devrimci/Sol” bir akım vardı Türkiye'de. Bu teoriye göre sosyalizmden önce mutlaka kapitalizmin kurulması gerekiyordu. Marx öyle buyurmuş, toplumlar sıralamasını öyle kurmuştu!



  3. Chuang Tzu “Nan-hua chen-ching”den (MÖ 742). Bkz. Dschuang Dsi “Das wahre Buch vom südlichen Blütenland” Münih 1991


  4. Kur'an "Bakara Suresi" 275, 276 (Diyanet Meali) 1997

Dünyadan ultra modern "iktisadi" cinnet hikayeleri

Ekonominin ve para ilişkilerinin, toplumların her katmanını derinlemesine kuşattığı günümüz dünyasında paracıllaştırma/ metalaştırma üzerinden, her türlü ölçüyü kaçıran "ekonomik" gelişmeler gündemde. Türkiye'de de Ağrı dağına Hz. Nuh parkı yapıp, 'Nuhun Gemisi'nden otel ve yanına bir de hayvanat bahçesi kurmayı önerecek kadar "milletvekili" olmuş türde insanların "ekonomik sorunlar" ve "işsizliği" çözmek konusunda "yaratıclıkları" sınır tanımıyor! Dünyadaki mesele de burada zaten: Ekonominin para/kâr mantığının hat/hudut tanımaması. (Hz. Nuh bibloları/totemcikleri da yapılırsa daha çok kâr edilir! Sonra sırasıyla diğer peygamberlerin biblolarını yapıp satarsınız!) Dini/imanı/hayatı paraya endeksli dünyam insanı, sadece böyle garip yeni/modern âdetler/fikirler bulmuyor. Eski ataerkil/köy/kasaba âdetlerini bu kez modernleşme istikametinde bir kez daha bozup, cinnet modelleri haline getirebiliyor. Bunun en barbarca örneklerinden biri, Hindistan'ın Bangalore'sinde dikkati çeken kadın ölümleri.

I. Günde üç veya dört kadının 'yanmış vaziyette' polis karakollarına getirildiği ve çoğunun kurtarılamadığı söyleniyor. Resmi belgelere göre ölümlerin nedeni genellikle "gaz patlaması". Asıl neden: Kadınların alenen yakılmaları!
Bu bölgede gelenek olduğu üzere evlenen kadının ailesi damadın ailesine başlık ödüyor. Yalnız, son yıllardaki sorun, belli meslek gruplarından erkeklerin başlık paralarının muazzam artması. Hindistan, özellikle bilişim sektöründe dünyada bir numara sayılıyor ve bilişimci genç erkekler, en "pahalı" damatlar! Evlenen kendini beğenmiş bir iletişimci Hintli damat, karısının ailesinden aldığı başlığı küçümseyip, karısını yaktırıyor. Evet yaktırıyor! (1) Ölen kocanın yaşayan karısını, kocanın cesediyle birlikte diri diri yakma adetine sahip olan bir ülkede, yakılan kadınların katilleri hâlâ görmezden gelinebiliyor. (Bu konuda Kadın Hakları savunucuları, insan hakları savunucuları çalışadursunlar!) Para ile cehalet ve en kara hurafeler bir araya gelince, inanılmaz abukluklar çıkıyor ortaya.

II. Sisteme yönelttiği yerinde eleştirilerle tanınan Naomi Klein da, herşeyin özelleştirilmesinin nerelere varabileceğiyle ilgili ilginç örnekler veriyor. ABD'nin en "modern" ve de "çağdaş" yerlerinin başında gelen Kalifornia'da itfaiye özelleştirilmiş. Kasım ayı ortasında çıkan büyük Kaliforniya yangını ise bunun ne demek olduğunu açıkça ortaya koymuş. Yangının kül ettiği villaların arasından bazılarına hiçbirşey ama hiçbirşey olmayınca, özelleştirmenin nimetleri de anlaşılmış. Büyük bir sigorta şirketi, en zengin ve lüks semtlerde 19 bin Dolarlık servis ücreti karşılığında zenginlerin binalarını bir yıllığına düzenli olarak yanmayan bir maddeyle kaplıyormuş. Ayrıca yangın sırasında itfaiye, sadece para ödeyen abonelerine hizmet sunmuş. (Parası olmayan yanmış yani!) (2) Özelleştirmenin vardığı varacağı yer şu: "Parası olmayan, efendiliğini takınıp paşa paşa ölmelidir!" (Tabii konu ölüm/kalım meselesi olunca kimse paşalığını takınmaz. Para denen şey iptal ediliverir. Saksı gülü zengin/şehirli yumuşak insan türü de elinde parası kalakalır)

III. "Uyku Endüstrisi". Evet aynen böyle. Amerika'da en hızlı yükselen endüstrilerden biri son zamanda! Amerikalıların uykusu fena halde kaçmış bulunuyor. Uyuyabilmek için ihtiyaç duydukları mal ve hizmetler büyük endüstri haline gelmiş. Ekonomi dergilerinin tahminlerine göre ABD'deki "uyku endüstrisi"nin yıllık cirosu yirmi milyar Dolara ulaşmış bulunuyor. (Burada sadece yatak-yorgan giderlerinden söz etmiyoruz) Bine yakın "uyku kliniği"nin, iyi bir uyku konusunda fikir ve bitkisel/homeopatik reçeteler yazdığı, uğurlu özel kolyeler, biblolar/fetişler, tüyler/yünler sattığı bir endüstri. Uykucular için açılan özel dükkanlar arasında yer alan yeni "uyku butikleri"nin daha bir "lüks" oldukları anlaşılıyor. (Parası çok aklı kıt olanlara hitab ediyor) Işık terapilerinin yapıldığı, "Zen-budist alarmlı saatler"in satıldığı yerler buralar. Uyku endüstrisinde en çok kâr edenler, "uyku hapı" üreticileri. ABD'de 2001'den beri uyku hapı satışının, yüzde 51 arttığı söyleniyor. (3)

1.Il Foglio,17.11.2007
2.L'Espresso, 16.11.2007
3.The New York Times (Magazin) 19.11.2007

Çin Doları ABD'yi terk mi ediyor?

ABD'nin finans krizlerinin eşiğinde gezinen durumuna bakacak ve Çin'in ABD'nin açıklarını finanse eden ülke olduğu gerçeğinden yola çıkacak olursak, Çin'in yönetici “Kızıl” elitinin finans konusundaki yeni adımları, tayin edici önemde.
Lou Jiwei, Xie Ping ve Wang Jianxi, Çin'in üç önemli bürokratı, iddia edildiği gibi sahiden de dünya piyasalarını hareketlendirmek üzereler mi?
Lou, Halk Kurtuluş Ordusu kökenli maliye bakanı. Lakabı 'Demir Yumruk' olan Xie, Çin'in bankalar sistemini yeniden kuran ve kontrolü altına alan kişi. Wang ise pek sevilmeyen bir aparatçik.
Bu üç Çinli'nin, yakında dünya mali piyasalarını George Soros ve Warren Buffet kadar etkileyebilecek durumda olacağı konuşuluyor. (1) Çünkü üç Çinli bürokrat, dünyanın en büyük devlet tahvilleri pastasını, Çin'in 1.3 trilyon Dolarını yönetiyorlar. Dünyanın hiçbir ülkesi böyle bir -yatırıma açık!- meblaya sahip değil.
Üçlünün kararıyla, bu meblanın bir bölümü (200 milyar Dolar) artık yurt dışında değerlendirilecek! Şimdiye dek Çin, Dolar rezervlerinin üçte birini Amerikan devlet tahvillerine yatırıyor ve böylece ABD'yi finanse ediyordu. Doların değeri düştü, artık pek getirisi yok. Çin'in Amerika'dan umudunu kesmekte olduğu anlaşılıyor. Şimdi parasını, daha fazla para getiren borsa ve tahvillere yatırıyor... (Evet bildiniz! Bu paraların bir kısmı, yere/göğe faiz dağıtan Türkiye'ye, İstanbul borsasına gelebilir)
Burada en vahim olan şey: Çin'in ABD'yi destekleme politikasını terkediyor görüntüsünün, Almanya/BüyükBritanya/Fransa'yı kazanma çabalarının (2), Türkiye'nin Kuzey Irak'a saldırı olasılığının ve İran'ın Rusya-Çin'e yaklaşmasının, aynı zaman diliminde gerçekleşmesidir. Fransa'da, Türkiye'nin Kuzey Irak'a girmesinin bir dünya savaşını başlatabileceği görüşü giderek ağırlık kazanıyor. Çünkü İran'ın da Güney Irak'a girebileceğini düşünülüyor. Bush da İran'ın nükleer güç olduğu anda “Dünya Savaşı” çıkacağını söyledi. Eee? Neden "Dünya Savaşı"? Bu "Dünya Savaşı" lafazanlığını hemen bırakıp derhal savaşı önlemek ve ardından global endüstrinin kıyamet ekonomisini dünya çapında durdurmak gerekiyor. Çin, global ekonominin merkezi olmak üzere. Ama Para/iş/petrol sistemi aynen işlemeye devam ettiği sürece Dünya Savaşı ihtimali artmaktadır. Fakat savaşı önlemek hâlâ mümkün. Bunun için 1. Savaşa kesin karşı çıkmak, 2. endüstrinin havayı/suyu kirletmesi kesin kanunlarla -her ülkede- kısıtlanmalı ve kirletenler teşhir edip acımasızca cezalandırılmalı ve zararları kendilerinden tazmin edilmelidir.

Yakın gelecekte, ABD merkezli olmayan hatta belki Amerika Birleşik Devletleri'siz (Amerika Ayrışık Devletleri?) bir dünyaya hazır olmak gerekiyor.
Böyle gelişmelere yol açabilecek üç Çinlinin ilk büyük “iş”i, üç milyar Dolar yatırdıkları sıcak para tüccarı Blackstone oldu. Hiçbir şey üretmeyen, ama borsalar/ülkeler gezerek anında çoğalan sanal paranın getirdiği risk, bu işin dünyadaki merkezi olmaya aday Çin'de bile tartışılıyor. Örneğin Çin'deki bazı yurtsever bürokratlar yatırımlarda sadece “karlılık” değil, Çin'in çıkarlarına uygun olup olmadığının da artık sorgulanması gerektiğini söylüyorlar. Sıcak para akımının yakıcı tehlikesini zayıflatacak bir muhalefet.
Muhalif ekonomist Cao Jianhai de, bu paraların halka verilmesini, çünkü halkın ne zamandır çok düşük ücretlerle ağır işlerde çalışarak/vergivererek bu parayı devlete kazandırdığını, Çin'de çevrenin çok aşırı miktarda kirlendiğini ve zengin/fakir uçurumunun iyice derinleşmiş olduğunu söylüyor. Gini kriterine göre zengin fakir ayrımı oranı yüzde 44.7 ki, bu yüksek oran, Çin'in bu konuda tehlikeli sularda dolaştığının bir kanıtı ve Çin Komünist Partisi'nin ülkeyi tam bir 'sınıflı toplum'a çevirdiğinin göstergesi (3). Gelir dağılımındaki bozulmanın hızlanması sonucu Çin, dünyada en çok gösteri yapılan ülkelerden birincisi oldu. Tabii gösteriler, ayaklanmalar, grevler, boykotlar hakkında Çin'in (Batı dillerinde dünyaya yayın yapan) resmi medyası hemen hiçbir şey yazmıyor.

1.Der Spiegel, 1.10.2007
2.Beijing Review, 25.10.2007 (Yang Chengxu'nun yazısı)
3.Xiu Cai, Ocak 2007